"İzmir Barosu İnsan Hakları Hukuku ve Hukuk Araştırmaları Merkezi" F tipi cezaevleri raporu kasım 2000

rapor ana sayfa | 1.| 2.| 3.| 4.| 5.|


İKİNCİ BÖLÜM   
F TİPİ CEZAEVLERİ

(ikinci bölüm, 3. sayfada başlıyor)

5- Kötü muamele
İnsan Hakları İzleme Komitesi (HRW), Kartal-Soğanlık F Tipi Cezaevi ile ilgili yaptığı incelemede, cezaevinde bulunanların yakınları ve bu cezaevinden tahliye olanlarla yaptığı görüşmeler sonucunda bir rapor hazırlamıştır. ‘Kartal-Soğanlık F-Tipi Cezaevi ve Küçük Gruplar halinde tecrit uygulamaları’ konulu bu raporu da Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne bir memorandum biçiminde göndermiştir. Bu raporda yer alan saptamalar şunlardır;
v    500 kişilik kapasitesi olan söz konusu cezaevinde 190 mahkumun tutulmakta olduğuna ve bunların ağır derecede tecrit koşulları altında bulunduğuna inanılmaktadır.
v    TEM yasasına göre tutuklananlar Kartal Cezaevine getirildiklerinde, önce iki hafta veya daha uzun bir süreyle tek kişilik hücrede, tamamen tecrit altında tutulmaktadırlar. Daha sonra altı kişilik grupların sığabileceği biçimde dizayn edilmiş bir hücreye nakledilmektedirler.
v    Hücreler geniş olmayıp, ranzalara, bir masaya, duşa ve tuvalete yer verecek boyuttadır. Hücreler gün ışığı görmemekle birlikte yaklaşık 16 m² çapında bir avluya açılan bir kapı bulunmaktadır. Avlu, yüksek duvarlarla çevrilidir. Tutuklu ve hükümlülerin günde kaç saatliğine bu avluya çıkarılabildikleri bilinmemektedir.
v    Hücrelerle koridoru birbirine bağlayan kapı, bütün gün boyunca kapalı tutulmaktadır.
v    Yemekler, mazgaldan ya da kapı altından verilmektedir.
v    Bazı hücrelerde televizyon ya da radyo bulundurulmasına izin verilmesine karşın, spor ya da alıştırma yapmak amaçlı donanımlar sağlanmamıştır ve bir kütüphane ya da kantinden yararlanma olanağı verilmemiştir. Bu nedenle, yaklaşık yarım saat süreli akraba ziyaretlerinin dışında, tutuklu ve hükümlüler, hücrelerin dışında hiç kimseyle sosyal- hatta görsel- hiçbir iletişim kurma olanağı olmadan günün 24 saati, haftanın yedi günü boyunca kilit altında tutulmaktadırlar.
v    Cezaevlerinin fotoğraflarından, dış cepheyi gören pencerelerin çok az sayıda olduğu doğrulanmaktadır.
Memorandumda bu durumun, “Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi R(82)17 tavsiye kararlarına tezat oluşturur biçimde, söz konusu ölçütlerden uzakta, ağır biçimde bir tecrit örneği olarak belirdiği ve bunun da acımasız, insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele sayılabileceği” vurgulanmaktadır.
İnsan Hakları İzleme Komitesi (HRW), “Mahkumların diğer mahkumlarla hiçbir iletişiminin olmadığı ve dış dünyayla iletişimin sınırlı olduğu çok sıkı bir güvenlik sistemine dayalı bir cezaevine nakledilmeyi beklemekte olmalarının yanı sıra cezaevi yetkililerinin, tutuklulara kötü muamele uygulama riski de büyük oranda mevcut” olduğunu, “kötü muamele uygulamalarının, Türkiye’deki polis ve jandarma karakollarında yaygın” olduğunu, “ancak, karakollara kıyasla, cezaevlerinde söz konusu uygulamaların daha seyrek olarak rapor edildiğini, kuşkusuz buna katkıda bulunan bir etkenin de bir bakıma koğuş sisteminin doğasında varolan açıklık” olduğunu vurgulamaktadır. Ayrıca “dünya çapındaki deneyimlerine göre, kötü muamele ve işkence uygulamasının gizlilik ortamlarında gerçekleşmeye eğilimli olgular olduğu” belirtilmektedir. Bunun yanında İnsan Hakları İzleme Komitesi (HRW), Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’nin 27 Şubat-3 Mart 1999 tarihleri arasında Türkiye’ye yaptıkları ziyaretle ilgili olarak hazırlanan rapora da değinmekte ve rapordaki “yüksek düzeyde güvenlik ortamının ortalama bir mahkumun durumuna kıyasla, daha yüksek oranda kötü muamele görme riskini getirdiği’ yorumuna da dikkat çekmektedir.
Bu yön, Terörle Mücadele Yasası’nın pek çok maddesinin iptali için Sosyal Demokrat Halkçı Parti tarafından 1991 yılında yapılan başvuru sonucunda verilen Anayasa Mahkemesi kararının karşı oy yazısında da vurgulanmaktadır. “Devletin, varlığına karşı oluşan eylemleri cezalandırarak kendini koruması en tabii hakkıdır. Verilen cezanın infazında güdülen politika, hükümlünün topluma yeniden sağlıklı düşünceye kavuşturularak kazandırılması hedefini içermektedir. İnfaz, öç alma duygusunun tatmini biçimine dönüşmemelidir. Yalnızca ülke bütünlüğüne karşı değil, bununla beraber pek çok siyasi ya da sosyal tepki niteliğinde sayılabilecek eylemlerin de infazını kapsayan 3713 sayılı Yasanın 16.maddesinin üçüncü fıkrası, hücre hapsinin yıllarca sürmesine olanak tanımaktadır. Hücre hapsi, hükümlünün beden ve ruh sağlığını tehlikeye sokmayacak makul bir süre uygulanmak koşuluyla savunulabilir. Ne yazık ki belirtilen fıkra, Anayasanın 17.maddesinde belirtilen ‘kimseye işkence ve eziyet yapılamaz. Kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz’ biçimindeki kurala aykırılık oluşturmaktadır.“

6- Sağlık Sorunları
Mahkumların tecrit edilmesine ilişkin infaz modelinin ilk ‘modern’ örneğini oluşturan Philadelphia Eyaleti Walnut Cezaevi tamamlandığında, bu cezaevini görmek üzere dünyanın dört bir yanından görmeye gelenler arasında Charles DICKENS da vardır. DICKENS, bu cezaevinin felsefesinin insanlar üzerindeki etkisinin “ölümcül” olacağını, burada yatanların çektiği manevi işkencenin, bedeni işkence olması durumunda bu kadar tahribat yapmayacağını yazmıştır. Philadelphia Cezaevinde, mahkumların ıslahı için onların manevi benliğini kontrol altına alma gibi bir felsefeye dayanan uygulamalar, akıl hastalıklarına, ölümlere yol açan ve iki yıl süren bir deneme-yanılma sonucunda hücrelerin kapılarının açılması ve toplu çalışma olanaklarının sağlanmasıyla son bulmuştur.
İnsan Hakları İzleme Komitesi (HRW) ve Türk Tabibleri Birliği’nin F tipi cezaevlerinin yaratacağı sağlık sorunlarına ilişkin saptamalarının iki yüzyıl önce, 1790 yılında yapılan Walnut Cezaevi’ndeki uygulamaların sonuçlarıyla ciddi benzerlikler taşıdığı görülmektedir.
6.1- İnsan Hakları İzleme Komitesi (HRW) Raporu:
Komite’nin, 24 Mayıs 2000 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine gönderdiği, “Türkiye Cezaevlerinde Küçük Grup İzolasyonu: Önlenebilir Felaket” başlıklı ve F Tipi cezaevlerini konu alan memorandumda; küçük grup izolasyonu olarak tarif edilen sistemin, tutuklular ve hükümlüler üzerinde yaratacağı etkilerden bahsedilmektedir. Raporda belirtildiği üzere;
“Birçok cezaevi uzmanı, ağır düzeyde sosyal tecride dayalı bir cezaevi politikasının ruhsal ve bedensel sağlık açısından sakıncalı olduğu görüşündedir. Mahkumlar, bir dizi insani yaşam koşulları, diyaloglar, aktiviteler ve çevresel etmenlerin sağladığı beyinsel ve duyusal uyarımlardan yanıtlanırsa, bedensel ve ruhsal açıdan hasta hale gelebilirler. En ağır biçimde tek kişilik tecrit uygulamalarında etkide bulunan bir durum, mahkumların altı kişiye kadar yükselen küçük gruplarda da gözlenebilir.“
Aynı raporda, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’nun görüşü de aktarılmaktadır. “Uluslararası kriminoloji ve psikoloji literatürü tecrit uygulamasının, bedensel ve ruhsal sağlığı bozmaya başlı başına yeterli olduğunu göstermiştir. Bu konuda şu teşhisler kaydedilmiştir; kronik duyarsızlık, bitkinlik, duygusal istikrarsızlık, dikkatini toplama güçlüğü ve zihinsel yeteneklerin gerilemesi.” sonucunu doğuracaktır.
Yine aynı raporda, ABD’nin California eyaletindeki Pelican Bay cezaevindeki mahkumların cezaevi görevlilerine karşı açtığı davada Dr.Stuart GRASIAN’ın mahkemeye verdiği ifadede şu görüş vurgulanmıştır: “Tek kişilik ya da küçük gruplar halinde tecrit uygulaması bir dizi örnekte, birçok ruh sağlığı uzmanınca kaydedilmiş bulunan özel bir sendrom biçiminde etkisini gösteren ağır bir psikiyatrik hasara yol açabilir”
6.2-Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi Raporu:
Türk Tabipler Birliği (TTB), Kocaeli l No’lu F tipi Cezaevinde bazı kurumlarla birlikte yaptığı inceleme sonucu şu saptamaları yapmıştır :
‘F tipi cezaevlerinin fiziksel mekan olarak tüm detayları kişileri izole etme/tecrit etme amacıyla düzenlendiği tespit edilmiştir. Yetkililerce istendiği zaman tutuklu/hükümlü tarafından ‘ikinci bir gözün bile görülemeyeceği’ bir mimari yapı söz konusudur. Fiziksel ve sosyal izolasyon ortamlarının tıbbi sonuçlarına ilişkin olarak yapılmış çok sayıda bilimsel çalışma, bu ortamların, kişide fiziksel, ruhsal ve sosyal açıdan onarılamaz yıkımlara yol açtığını ortaya koymuştur.’ TTB, F tipi cezaevlerinde uygulanacak izolasyonun tıbbi sonuçlarını, ‘görme alanında daralma, işitme duygusunda azalma, sinirsel tipte sağırlık.çınlama, tümör büyüme hızının artışı, viral enfeksiyonların yarattığı tahribatta artış, amenore sendromları, kıllanma, erken menopoz, algı ve duyu bozuklukları’ olarak açıklamaktadır.

III- KOĞUŞ SİSTEMİNİN YARATTIĞI ZAAFİYETLERİ ÖNLEMENİN YOLU F TİPİ CEZAEVİ MİDİR?

1- Cezaevlerinin Kapasitesinin Aşılmış Olması
Adalet Bakanlığı yetkilileri, yasal düzenlemelerin yanı sıra koğuş sisteminin olumsuzluklarını, cezaevlerindeki nüfusun kalabalıklığını F tipi cezaevlerinin yapılmasının gerekçesi olarak göstermektedirler.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, kalabalık cezaevleri sorununu ele almış 30 Eylül 1999 tarihinde, "Kalabalık Cezaevleri ve Cezaevi Nüfusunda Enflasyon" başlıklı tavsiye kararını kabul etmiştir.
Bu tavsiye kararında ‘iyi bir cezaevi yönetiminin’, "bir bütün olarak suç durumuna, suçun önlenmesindeki önceliklere, yasalarda yer alan cezaların sınıflandırılmasına, konulan cezaların ağırlığına, toplumsal kısıtlamaların ve önlemlerin uygulanma sıklıklarına, yargılama öncesi tutukluluğun uygulanmasına, ceza adaletini sağlayan kurumların etkililiği ve yeterliliğine bağlı olduğu" vurgulanmaktadır. Ayrıca;
·    Özgürlükten yoksun bırakmanın en son başvurulacak yaptırım ya da önlem olduğu, bu nedenle de başkaca bir yaptırım ya da önlemin, suçun ağırlığına hiçbir biçimde uygun düşmemesi durumunda uygulanması gerektiği,
·    Cezaevlerini genişletmenin, sorunu çözmediği için istisnai bir önlem olduğu,
·    Toplumsal yaptırımlar ve önlemlere ilişkin (yüksek yoğunluklu gözetim, toplum yararına ücretsiz olarak çalışma, seyahat özgürlüğünün kısıtlanması gibi) uygun düzenlemelerin, mümkün olduğunca suçun ağırlığına uygun biçimde düzenlenmesi,
·    Üye devletlerin, belli tipte fiillerin suç olmaktan çıkarılmasının ya da yeniden sınıflandırılmalarının olanaklarını düşünerek, bu fiillere özgürlüğü bağlayıcı ceza öngörülmemesi,
·    Kalabalık ve nüfus enflasyonu olan cezaevlerine karşı uygun bir strateji oluşturmak için özellikle uzun hapis cezasını gerektiren suç tipleri, suç kontrolüne ilişkin öncelikler, kamuoyunun tavrı ve varolan cezalandırma pratikleri gibi, bunda katkısı olan temel faktörlerin ayrıntılı bir analizinin ortaya çıkarılması, temel ilke olarak kabul edilmektedir.
Bu tavsiye kararlarından da anlaşıldığı gibi mevcut sistemin zafiyetlerini ve cezaevlerindeki kalabalık nüfusun doğurduğu olumsuz sonuçları gidermenin yolu yeni cezaevleri yapmak, yeni cezaevi uygulamaları geliştirmek değildir. Yeni bir ceza ve infazı politikası geliştirilmediği sürece cezaevlerinin bu günkü durumundan kurtarılması mümkün değildir. Yükselen af taleplerini dikkate alarak genel ya da kısmi bir af çıkarılması durumunda dahi bu geçici bir çözüm olacağından, cezalandırma politikası ile birlikte suçu ortaya çıkaran sosyal, politik ve ekonomik etkenlerin de gözden geçirilmesi gerekecektir.

2- Güvenlik
2.1. Cezaevinin Güvenliği
Adalet Bakanlığı yetkilileri, cezaevlerinde kalabalık nüfus probleminin koğuş sisteminde bir güvenlik sorunu olarak ortaya çıkmakta olduğundan, örgütlerin bu mekanları bir örgütlenme merkezi olarak kullandıklarından yakınmakta ve bu sorunu çözmenin yöntemi olarak “yüksek güvenlikli” cezaevi modelini sunmaktadırlar.
F tipi cezaevlerinin yapımı henüz tamamlanmamış ve bir sistem olarak uygulanmasına henüz geçilmemiş olunsa da Kartal F Tipi Cezaevi, yüksek güvenlikli cezaevi örneği olarak irdelenmeye değer durumdadır.
500 kişi kapasiteli bu “yüksek güvenlikli” cezaevinde, Terörle Mücadele ve Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Yasaları uyarınca şu anda 190 kişi barınmaktadır. Bu cezaevi sakinlerinden olan bir mafya lideri cep telefonu, televizyonu ile lüks içinde yaşarken, İBDA-C örgütü lideri intihara teşebbüs etmiştir. Mavi Çarşı sanıkları aynı cezaevinde tecrit halinde yaşamaktayken, bu mafya lideri avukatıyla görüşmesini müdür odalarında yapmaktadır. Bu nedenle hücre tipi cezaevlerinin mafya üyeleri için lüks içinde yaşanacak, rahat bir ortam olduğu ileri sürülmektedir.
Kartal Cezaevi’nde bulunan mafya liderlerinden birisi, cezaevinde bulunan silahların ve cep telefonunun idareye teslim edilmesi için Jandarma Komutanı ve Cezaevi Müdürü ile müdür odasında bir görüşme yapabilmektedir. Görüşme sırasında, silahları teslim etmesinin koşulu olarak cep telefonunun kendisinde kalmasını da isteme olanağına sahip olduğu basına yansımıştır.
Yine aynı mafya liderinin, Fransız Konsolosluğu'ndaki bir görevliyi öldürme emri verdiği; bunun yakalanan zanlılar tarafından ifade edildiği de basına yansıyan haberlerdendir.
İnsan Hakları İzleme Komitesi’nin (HRW), Kartal F Tipi Cezaevi’ne ilişkin saptamalarından yola çıkarak, cezaevinde kalan bir kısım tutuklunun ağır tecrit koşullarında yaşarken bir diğer kısmının her türlü olanağa ulaşabiliyor olması çifte standardının yanında siyasi tutuklu/hükümlülerin muhatap olduğu olaylar ile adli tutuklu/hükümlülerin karıştığı olaylara müdahalenin biçimindeki çifte standart, cezaevlerindeki güvenlik probleminin koğuş veya başkaca bir yerleşim biçiminden kaynaklanmadığını göstermektedir.
Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünde hakimlik yapan Mustafa YÜCEL’in de belirttiği gibi, “çarpık olduğu kadar şizofren cezaevi yönetim biçimi değişmediği sürece ne türden cezaevi mimarisi uygulanırsa uygulansın, cezaevlerindeki olayların asgariye indirilmesi mümkün olmayacaktır.” Dolayısıyla, yüksek güvenlikli cezaevlerinde hedefin, güvenli bir yönetim anlayışı yerine ‘cezaevi güvenliği‘ olduğu sürece güvenlikten söz etmek mümkün değildir.

2. 2- Tutuklu ve Hükümlülerin Güvenliği
Cezaevlerinde, güvenlik anlayışını cezaevinin güvenliği ile sınırlı tutarak daraltmak, burada bulunan tutuklu/hükümlülerin can güvenliklerini tehdit eder bir uygulamaya dönüşmüştür.
Ulucanlar Cezaevi’nde, 10 hükümlünün ölümüyle sonuçlanan operasyon sonrasında bu cezaevinde inceleme yapan Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu; “olayların altında ‘devlet otoritesinin tesis edilmesi’ amacı vardır” saptamasını yapmaktadır. Operasyon sonrasında Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü, Komisyon’a 19 sayfalık bir bilgi notu göndermiştir. Bu bilgi notunun ilk üç sayfası, çoğu ölenler ve yaralananların isim ve yakalanan malzeme ile ilgilidir ve bunun dışında kalan 16 sayfa boyunca F tipi cezaevlerinin gerekliliğini anlatmıştır. “Halbuki can güvenliğinden devletin sorumlu olduğu 10 kişi ölmüştür.”
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü Ali Suat ERTOSUN, içeriye idari ya da jandarma gücüyle girildiğinde, devletle anlaşmazlıkları olduğu için terör suçlularının devlete karşı çıkarken mafya suçlularının karşı çıkmadıklarını belirtmektedir.
Ancak TBMM İnsan Haklarını İzleme Komisyonu, Ulucanlar Cezaevi’nde yapılan ve 10 hükümlünün ölümüyle sonuçlanan operasyonla ilgili kamu görevlilerinin beyanlarını ve kullanılan şiddetin dozunu ciddi biçimde sorgularken, Bayrampaşa Cezaevi’nde 20 Eylül 1999 tarihinde meydana gelen ve 7 kişinin ölümü ile sonuçlanan olaylara da dikkat çekmektedir. Olayda bir tutuklu koğuşundan çıkarak, 10 civarında kapalı şebeke kapısından geçmiş, cezaevi müdürünün odasında yemek yiyen ve hasmı olan bir başka tutukluyu öldürmüştür. Sonra ölen ve öldürülen kişilerin adamları yine cezaevinin bir başka bölümünde karşı karşıya gelerek çatışmışlar, bu çatışma sonucunda 6 kişi ölmüştür. Jandarma, olaylara, bütün bunlar olduktan sonra el koymuş ve cezaevinde sükunet sağlanmıştır.
Yine, 2 Kasım 2000 tarihinde Uşak Cezaevi’nde yaşanan ve 5 kişinin öldürülmesiyle sonuçlanan olaylarla ilgili olarak jandarma bir “operasyon” düzenlememiş, bu olayların failleriyle pazarlık yapılması yoluna gidilmiştir.
Kartal Özel Tip Cezaevi'nde yaşanan bir olay da cezaevi güvenliği öne çıkarılırken kişi güvenliğinin ne denli korumasız olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır. Basına yansıyan bu olaya göre; görevli iki infaz koruma memuru, travesti bir tutukluya tecavüz etmiştir. Yetkililerce yapılan araştırma sonucunda tecavüz eyleminin müşahede odası ile tutuklunun koğuşunda gerçekleştiği saptanmıştır. Cumhuriyet Savcılığı olayla ilgili soruşturma başlatmıştır.
2.3- Tehlikeli Suçlu
Demokratik ülkelerde ‘tehlikeli mahkum’ statüsü objektif kriterlere göre saptanır. Tehlikeli suçlu kategorisine giren tutuklu/hükümlü sayısı, toplam içinde oldukça küçük bir oran oluşturur, oluşturması da gerekir. Oysa ki Ülkemizde siyasi iktidarın “tehlikeli suçlu” saydığı tutuklu ve hükümlü sayısı 72 bin olan genel toplamda içinde 11 bin, yani %18 gibi bir oranı oluşturmaktadır.
Veriler, Amerika Cezaevlerindeki tutuklu/hükümlü sayısının 2 milyonu aştığını ortaya koymaktadır. ABD’de özellikle ölüm cezası mahkumları ve tehlikeli sayılan mahkumların kapatıldığı özel cezaevleri kısaca “supermax” olarak adlandırılmaktadır. Bu tür cezaevlerinde kalan mahkum sayısının 1997 yılında 13.000 , yani %6 olduğu düşünüldüğünde ülkemizdeki sistemin ‘tehlikeli suçlu’ kavramına bakışındaki çarpıklığı bir kez daha ortaya çıkmaktadır.
Sorun, belli suçları işleyenlerin tamamının siyasi irade tarafından ‘tehlikeli suçlu’ kabul edilmesiyle başlamaktadır. Yasa koyucunun gözünde tehlikeli suçlu olanlar pek doğaldır ki soruşturmayı yapan polisin gözünde de, yargılamayı yapan yargıcın gözünde de cezayı infaz eden infaz memurunun gözünde ‘tehlikeli suçlu’ olacaklardır.
Oysa ki öğretide ve uygulamada tehlikeli hükümlüyü kurumsal yönden belirleyebilmek çeşitli ölçülere yer verilmektedir. Bunlar; cezaevi yaşamına uyum gösteremeyenler, firar riski bulunanlar, personele ve/veya hükümlülere karşı saldırganca davranış riski gösterenler ve özel cezaevi kliniklerine konması gereken tam akıl hastası olmasa bile zafiyeti nedeniyle tehlikeli olabilecekler olarak nitelendirilmektedir.
2.4- Tehlikeli Suçlu Grubuna Uygulanacak Standartlar
Tehlikeli suçlular için planlanacak rejimde genel olarak temel alınması gereken temel ilkeler şunlardır;
·    Personel ile mahpuslar arasında var olan çatışma/düşmanlığın azaltılması,
·    Mahpusların müstakilce davranabilmesine imkan verilmesi,
·    Hiddet, düşmanlık ve hayal kırıklığı duygularının ifade edilmesi ve ihtilafların çözülmesine elverişli bir platform sağlamak.
Ayrıca Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, tehlikeli tutuklulara uygulanacak davranışlara ilişkin tavsiyelerde bulunmaktadır. R(82) 17 nolu tavsiye kararında;
·    tehlikeli tutuklulara mümkün olduğunca, diğer tutuklulara uygulanan cezaevi kurallarının uygulanması,
·    güvenlik önlemlerinin, sadece kesinlikle gerekli olduğu noktada uygulanması,
·    güvenlik önlemlerinin, insan onuruna ve haklarına uygun biçimde uygulanması,
·    güvenlik önlemlerinde, değişen gereksinimler ve farklı tehlikelilik düzeylerinin göz önüne alındığının güvencesinin verilmesi,
·    takviye edilmiş güvenlik önlemlerinin olası ters etkilerinin, mümkün olduğunca azaltılması önerilmekte, disiplini sağlamaya yönelik yaptırımların da sınırları çizilmektedir.

3. Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi Raporları   

3.1. F Tipi Cezaevleri Gerçekten Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi'nin Önerisi midir?
Adalet Bakanlığı yetkilileri, F tipi cezaevlerinin, Türkiye ziyaretleri sırasında cezaevlerini de inceleyen Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesi'nin 19-23 Ağustos 1996 tarihinde yaptığı ziyaret sonrasında düzenlediği 11 Mart 1997 tarihli raporunda yaptığı uyarı ve önerilere dayandığını ileri sürmektedir. Bakanlık yetkililerinin, İzmir Barosu’na göndermiş olduğu 12.02.1999 tarihli bilgilendirme yazısına göre 11 Mayıs 1997 tarihli raporda;
"tutuklu ve hükümlülerin gruplara ayrılmasına imkan sağlanması, mahkumların yatacakları bireysel oda ve koğuşların makul bir genişlikte olması, ışıklandırma. Isınma, sağlık, hijyen, beslenme, ibadet ve yıkanma gibi gereksinmelerini karşılayabilecek tesislere sahip olması, oda veya koğuş pencerelerinin temiz hava girişini sağlayacak şekilde, normal büyüklükte ve mahkumların güneş ışığında okumasını ve solumasını sağlayacak nitelikte olması, her mahkuma içme suyu sağlanması, kurumda bir revir olması, mahkum çocukları için bir kreş bulunması, karanlık hücreler yapılmaması, mahkumların ziyaretçi kabul edebilmesi ve haberleşebilmesi, açık havaya çıkabilmesi, eğitim ve çalışma alanlarının yaratılması, bedensel spor yapılabilmesi, dilekçe ve şikayet hakkının kullanılmasını sağlayacak nitelikte ve fiziki yapıda olması” gerektiği belirtilmektedir.
Fakat ne var ki;
Ø    11 Mayıs 1997 tarihli rapor, Komite tarafından kamuoyuna açıklanamamıştır.
Ø    İşkenceyi Önleme Komitesi’nin raporlarının kamuoyuna açıklanabilmesi için hükümetlerin Komiteye açıklama yetkisi vermesi gereklidir fakat Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, F tipi cezaevleri için olumlu argüman olarak kullandığı bu raporun açıklanması yetkisini vermemektedir.
Ø    Yetki verilmemesine rağmen, İzmir Barosu’nun bir talebine ilişkin Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü A.Suat ERTOSUN imzasıyla gönderilen 2 Aralık 1999 tarihli yanıt, İşkenceyi Önleme Komitesi’nin 19-23 Ağustos 1996 tarihli ziyaretinin ilişkin 11 Mart 1997 tarihli raporuna dayanmaktadır.
Ø    Kamuoyuna açıklanmasına izin verilmeyen bu raporun, İzmir Barosuna gönderilen bir yazıda ve ayrıca kamuoyu açıklamalarında kullanılmakta olması kuşkuyla karşılanmış, özellikle, olumlu görüşler içerdiği düşüncesiyle, resmi açıklamalara dayanak yapılan bu raporun yayınlanması için Komite’ye neden yetki verilmediği konusunda soru işaretleri oluşmuştur.
İzmir Barosu, gerek yönetsel işlemlerdeki şeffaflığın sağlanması ve gerekse Komite raporunun, kamuoyuna açıklanmaksızın bir dayanak olarak kullanılıyor olmasının üzerindeki kuşkuların giderilmesi için, yayınlanmak üzere Komite’ye bir an önce yetki verilmesi gerektiği görüşüyle Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne bir yazı göndermiştir.
3 Ekim 2000 tarihli bu yazıya 30.10.2000 tarihinde Ali Suat ERTOSUN imzasıyla verilen yanıtta;
Yetki verme konusundaki inisiyatifin Adalet Bakanlığı Cezaevleri Genel Müdürlüğünde olmadığı; yetkililer tarafından kullanılan bilgilerin ise kamuoyuna açıklanmış bir başka raporda (15-17 Ekim tarihinde yapılan ziyarete ilişkin rapor), ilgili rapora atıf yapılmış olması nedeniyle kullanıldığı için bu atfın Genel Müdürlükçe kullanılmasında herhangi bir sakınca olmadığı bildirilmiştir.

3.2. Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi'nin Saptamaları
İşkenceyi Önleme Komitesi, Türkiye’ye 1990 yılından bu yana ziyaretler düzenlemektedir. Komite, çeşitli tarihlerde ve işkence ile ilgili farklı birimleri ele aldığı raporların yanı sıra, 23 Şubat 1999 tarihli raporunda F tipi cezaevlerini de işlemektedir. 1997 yılı Kasım ayında yapılan görüşmeleri ve izlenimleri içeren bu rapor, Komite’nin doğrudan edindiği 7 yıllık bir bilgi ve deneyim birikiminin üzerine hazırlanmıştır ve “küçük yerleşim birimleri” uygulamasının infaz sistemi içinde yer almasının yaratacağı kaygıları dile getirmektedirler.
Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesi, Siyasi iktidarın, kamuoyunun bilgilenme şansı olmadığı halde referans gösterdiği 11 Mayıs 1997 tarihli rapordan sonra, 23 Şubat 1999 tarihinde düzenlemiş olduğu rapor ile konuya bir kez daha değinmektedir.
Ortak Etkinlik Programı;
1997 yılında yapılan ziyaretten sonra, hükümet yetkilileri tarafından Türkiye’de bulunan bazı cezaevlerindeki yatakhanelerin “küçük yaşam birimleri” haline getirileceği bilgilendirmesi yapılmış ve Komite, 1996 yılındaki raporunda da belirttiği gibi böyle bir düzenlemeye karşı olmayacağını tekrarlamıştır. Ancak 23 Şubat 1999 tarihli raporda Komite, “Türkiye’de mahkumların, hücrelerinin dışındaki günlük yaşantılarının makul bir bölümünü anlamlı etkinliklerle uğraşarak geçirebilmelerine olanak veren bazı düzenlemeler yoluyla desteklenmesi şarttır. Aslında, mahkumlar için düzenlenmiş bir etkinlik programının neredeyse yok sayılabileceği günümüz mevcut ortamının etkileri, daha dar çaptaki yaşamsal ortamlarda daha da derin biçimde hissedilecektir.” saptaması yaparak “Mahkumlar için düzenlenen etkinlikler programında gözle görülür bir ilerleme mevcut değilken, daha küçük çaptaki yaşamsal ortamları gündeme getirmenin kesinlikle çözeceğinden daha fazla sorunlara yol açacağını” vurgulamıştır.
Tehlikeli Tutuklu Sınıflaması;
Komite ayrıca, yetkililerce, “tehlikeli tutuklular” için iki yeni cezaevi yapılacağının bilgisinin verilmesi üzerine, her ülkede belli sayıda bu tür cezaevlerinin olduğunu ve tutukluluğun özel durumunun gerektirdiği kişilerin bu cezaevlerine konulabildiğini belirtmiştir. Bu grupta yer alan tutukluların genel cezaevi nüfusunun çok küçük bir oranını oluşturacağı (ya da, sınıflandırma sisteminin tatmin edici bir biçimde yürüyor olması durumunda en azından oluşturması gerektiği) saptaması yapılmıştır. Ancak Komite, bu uygulamaya tabi tutulacak grup için, diğer tutuklulardan daha fazla insanlık dışı muameleye maruz kalacaklarına ilişkin ciddi biçimde kaygı duyduklarını belirtmiştir.
İnfaz Rejiminin Belirsizliği    ;
Bu nedenle de Komite, yetkililerden, belirtilen iki yeni cezaevine konulacak olan tutukluların tipleri, kurumların yapılması düşünülen yerler ve kapasiteleri, tutukluluk durumunun maddi koşulları ile aktiviteler programını da içeren bir dizi konuda ayrıntılı bilgi almak istediklerini bildirmiş ise de Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kamuoyuna açık olarak verdiği yanıtta bu sorulara hiç değinmemiştir.

3.3. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, İşkenceyi Önleme Komitesinin Tüm Önerilerini Dikkate Almakta Mıdır?
Önceki bölümlerde belirttiğimiz gibi, Hükümet, F tipi cezaevlerinin yapımını İşkenceyi Önleme Komitesi’nin 11 Mayıs 1997 tarihli, kamuoyuna açıklanmayan raporuna dayandırmaktadır. Hükümet yetkilileri, içeriğini bilemediğimiz bu rapordan alıntılar yapmakta ve F tipi cezaevlerinin yapımı için argümanlar oluşturmaktadır.
Ancak İşkenceyi Önleme Komitesi’nin düzenlemiş olduğu 23 Şubat 1999 tarihli rapordaki saptamalar sonucunda hükümetin dayanmakta olduğu argümanlar tartışılır ve tutarsız bir hale gelmektedir. 23 Şubat 1999 tarihli raporda belirtildiği üzere Komite, F tipi cezaevlerine ilişkin Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine bir dizi soru yöneltmiş olmasına rağmen bu sorular yanıtsız kalmıştır
23 Şubat 1999 tarihli raporda sadece Terörle Mücadele Yasası uyarınca tutuklu/hükümlü bulunanlar değil, diğer tutuklu/hükümlülere yönelik de iyileştirme önerileri ile birlikte, kötü muamele uygulamalarının sona ermesi için düzenlemeler de önerilmektedir. Ancak, aşağıda kısaca değinilen önerilere ilişkin olarak atılan yeni bir adım kamuoyuna yansımış değildir.
·    1996 yılı Ağustos ayında yapılan ziyaret vurgulanarak Terörle Mücadele Yasası uyarınca cezaevinde bulunan kişilerin açık görüş haklarının halen düzenlenmemiş olduğu belirtilmektedir.
·    Bu yasa kapsamı dışında kalan kişilerin ayda bir olan açık görüş periyotlarının da daha sıklaştırılması ve görüş mahalli koşullarının iyileştirilmesi önerilmektedir Hükümet verdiği yanıtta, bu düzenlemenin yasayla yapılmış olduğunu açıklamasına rağmen Komite önerisinde ısrarcıdır.
·    Disiplin cezası olarak hücre cezası uygulaması ile ilgili olarak hücrelerin fiziksel koşullarından duyulan kaygı dile getirilmiş ve cezanın çektirilmesi sırasında, her gün, açık havada egzersiz yaptırılmasının güvence altına alınması konusunda yapılan düzenlemelerden bilgi almak istediğini belirtmiştir.
·    Cezaevinde bulunan kişiler, yapılan görüşmelerde genellikle cezaevi dışına nakiller sırasında ve jandarma tarafından yapılan müdahalelerle karşılaştıkları belirtmişlerdir. Bu gibi durumlarda çağdaş yöntemlerin kullanılması ve verilecek talimatların, can kayıplarını ve kötü muameleyi önleyici nitelikte olması gerektiği belirtilmiştir.
·    Bir önlem mekanizması olarak Komite, kaçınılmaz bir müdahale durumunda, hem jandarma ve hem de cezaevinden bağımsız bir yetkili tarafından gözlem yapılmasını ve rapor hazırlanmasını önermektedir.
·    Cezaevlerinde 1997 yılında meydana gelen cezaevi personeli tarafından uygulanan çok sayıda kötü muamele iddiası bulunduğunu saptayarak bunların önüne geçilmesi için, iddiaların ciddi biçimde soruşturularak, gerektiğinde uygun yaptırımların uygulanması önerilmiştir.
·    Kötü muamele olayları ile ilgili olarak Komite, 1997 yılında ceza ve ıslahevleri personeline karşı yapılan şikayetler ile bu şikayetlerden sonra ceza ve ıslahevleri personeline verilen disipliner ve/veya cezai yaptırımların neler olduğunu sormuştur.
·    Komite ayrıca, jandarmanın nakiller sırasında kötü muamele uygulamasının önlenmesine ilişkin atılan somut adımlar konusunda da bilgi istemiştir.

4. Cezaevi Standartlarına İlişkin Düzenlemeler
Ayrımcılık Yasağı;
Hükümet yetkilileri her ne kadar F tipi cezaevlerinin BM standartlarına uygun olarak inşa edildiğini ve bu standartlara uygun bir infaz rejimi öngörüldüğünü iddia etmekte ise de; F tipi cezaevlerinde kalacak tutukluların suça bağlı tasnifi iç hukuk ve uluslararası sözleşmelerdeki “ayrımcılık yasağını” ihlal etmektedir.
Cezaevlerinde standart uygulamaların geliştirilmesi için hazırlanan ve cezaevi nüfusunu doğrudan ilgilendiren BM Tutuklulara Uygulanacak Asgari Standart Kuralların 6/a maddesi şöyledir; “ırk, renk, cinsiyet, dil, din, politik ya da diğer görüşler, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğum ya da diğer statüler bakımından herhangi bir ayrım gözetilmeyecektir ” Benzer hükümler ilgili tüm uluslararası metinlerde de yer almaktadır.
Özel Kategoriler;
Gerek Birleşmiş Milletler standartları gerekse Avrupa standartları ‘özel kategoriler’ için yönlendirici ilkeler de saptamıştır.
·    Cezaevi sistemi, haklı gerekçelere dayanan bir sınırlama ya da disiplinin korunması gibi özel durumlar dışında, cezaevinde bulunmaktan doğan sıkıntıyı daha da arttırmamalıdır. (BM Standartları m.57)
·    Kurum rejimi, tutukluların sorumluluğunu ya da insan olarak onurlarına bağlı saygınlığını azaltıcı cezaevi yaşamıyla özgür yaşam arasındaki ayrımı en aza indirmeye çalışmalıdır. (BM Standartları m.60/1)
·    Tutuklulara, onları toplumdan dışlayacak biçimde değil, toplum içinde yer almaya devam edecekleri biçimde davranılır. (BM Standartları m.61)
Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin yorumunda resmi rehberlik sunan, BM İnsan Hakları Komitesi’nin, bildirgenin 10.maddesine ilişkin dar genel yorumunda; “10.maddenin 1.fıkrası taraf devletlere, özgürlüğünden yoksun bırakılan kişiler gibi özellikle durumlarından dolayı zarar görebilecek kişilere olumlu yükümlülük yüklemektedir... Özgürlüğünden yoksun bırakılan kişiler, Sözleşmede yer alan bütün haklara kapalı bir mekanda bulunmaktan kaynaklanan kaçınılmaz sınırlamalar dışında sahip olmalıdır. Özürlüğünden yoksun bırakılmış bütün kişilere insanca ve insan onuruna yakışır biçimde davranılması temel ve evrensel bir kuraldır. Sonuç olarak, bu kuralın asgari olarak uygulanması taraf devletlerin kullanılabilir kaynakları olması koşuluna bağlanamaz” denilmektedir.
Kalacak Yer;
Birleşmiş Milletler Standart Kuralları, tutuklu ve hükümlüler için ‘oda’yı hak olarak kabul etmektedir; “mahpusların uyuyacakları yerler, tek kişilik küçük bir yer veya oda ise her mahpus gece tek başına bu odada kalır. Geçici kalabalık gibi özel nedenlerle hapishane merkez idarenin bu kurala istisna getirmesi gerektiğinde bile, iki mahpusun küçük bir yerde veya odada bir arada tutulması uygun değildir” (m.9).
Uluslararası standartlarda oda sisteminin temel hedefi bireye yalnız kalabilme, uyuma ve dinlenme olanağı sağlayabilmektir. Bu bakımdan oda sisteminin mahkumu yalnızlaştırmak için değil, mahkumun kendisine tahsis edilmiş alanda dinlenebileceği yer olarak anlaşılması gerekir.
Amerika’da Ohio Eyaleti (maksimum güvenlikli) Cezaevinde, bir odada iki kişi kalmak zorunda olan mahkumlar bu durumdan yakınarak cezaevi yönetimine karşı bir dava açmışlardır. 1971 yılında açılan bu davada bir birimin tek bir kişinin kullanmasının bir hak olduğu, iki kişi tarafından kullanmanın bir istisna olabileceği fakat bunun da maksimum güvenlikli olan bu cezaevinde jimnastik salonu, okul, iş atölyeleri, gündüz toplu halde bulunabilecekleri yerler, 2 tane kilisesi, tam teşekküllü hastane, berber dükkanı, kütüphane, dışarıda havalandırma, açık görüş yerleri ve bahçeleri olması nedeniyle kabul edilebilir olduğu karara bağlanmıştır.


rapor ana sayfa | 1.| 2.| 3.| 4.| 5.|