2 Ocak 2001 Kartal Özel Tip Cezaevi
TİKB dava tutsakları
Tutsaklar Ümraniye katliamını anlatıyor:
Ümraniye operasyonu anlatımı 19 Aralık Salı. Sabaha karşı 05:00'te
"saldırı" çağrısıyla uyandık. Akabinde silah sesleri duyduk. 27 kişilik
B-1 elemanları kısa sürede hazırlanıp aşağı indiğinde TV'ler, cezaevlerine
operasyon haberini geçiyordu. Gaz bombalarına karşı hemen tüm camları ıslatılmış
battaniyelerle kapattık. Suları bir gece önceden kesmişlerdi ve çok az suyumuz
vardı. Kalınca giyinmiştik. Nöbetçi arkadaş garip sesler ve koşuşturmacaları
duyunca bizim idare binasına açılan kapıya gitmiş ve orada -kapının diğer
yanında- silahlı askerlerle burun buruna gelmiş. PKK'li bayanların koğuşlarından
görünmesinler diye tabur tabur askeri ormanın içine geceden gizlediklerini çok sonra
öğrendik.
Havalandırmaya çıktığımızda idare binasının bize bakan yanının camları
kırılmış ve silahlı askerlerin yerleştirilmiş olduğunu gördük. O andan
başlayarak camlardan uzak durmaya "özen" gösterdik. Bu "özen" ve
dikkat sadece, diğerlerimiz gazla dağlandığında bozuldu/bozmak zorunda kaldık.
Yemekhane bölümünü iptal edip yatakhaneye çekilmemiz bundan sonradır. Saldırıya
ilk başlayabilecekleri yer burasıydı ve kendimizi koruyacak hiçbir şeyimiz
olmadığı için bizi burada katletmeleri işten bile değildi. Öte yandan yatakhanede
(üst kat) kalmak da kendimizi hiçbir çıkış olmayan bir yere hapsetmek anlamına
geliyordu. Bunu sonra halledecektik.
Gün ağarmıştı. Çatılardaki silahlı askerler artık daha belirgin olarak
görünüyordu. Kasklı-gaz maskeli ve uzun namlulu silahlarıyla gövde
gösterisindeydiler -iki üç gün önce çatılarda kimi insanları görüp sorduğumuzda
döküntü haldeki damın aktarıldığını söylemişlerdi, demek çatı onarımı
bahanesiyle son kontrolleri yapmışlardı. TV aşağıda kalmıştı ama radyomuz vardı
ve saat 10:00'a kadar haberleri radyodan almayı sürdürdük.
Bayrampaşa'da devrimcileri koğuşlarda diri diri yaktıkları haberini de o esnada
öğrendik. Bunun üzerine, tıkılmak zorunda kaldığımız ve belki bizim için de bir
gaz odası ya da etüv haline getirilebilecek bu geniş hücreden çıkmanın yollarını
aramaya başladık.
Bitişik koğuştaki arkadaşlarla (P-C) haberleşiyorduk. O taraftaki duvardan güçlü
vuruş sesleri geliyordu. Biz önce devletin duvarları zorladığını düşündük. Oysa
arkadaşlar kendileri için dışarı çıkacak bir yer açmaya çalışıyorlardı. Aynı
şeyi biz de denedik. Duvarda bir insanın geçebileceği bir delik açmak saatlerimizi
aldı. Ahmet İbili'nin şehit düştüğünü öğrenmemiz de o saatlere rastlıyor. Üst
koridordaki askerler vurmuştu G-3'lerle. Açılan karşılıklı ateş sonucu askerlerin
birbirini de vurduklarını daha sonra öğrendik.
Saldırı başladıktan 7 saat sonra ana maltaya çıkmayı başardık. Dumandan göz
gözü görmüyordu. Kurşun sesleri, bomba sesleri, duvarları zorlayan iş
makinalarının gürültüsüne karışıyordu. SAG'nin 10. günündeydik ve sıcak bir
şeyler içmek için can atıyorduk. Ne var ki erkek arkadaşların koğuşlarındaki LPG
tüpleri bir patlama ve yangın ihtimaline karşı devreden çıkarılmıştı. Suyla
yetindik. Orada radyo ve TV'den aldığımız haberlerden saldırının daha çok
koğuşlara delik açarak içeriye gaz ve yangın bombası atma şeklinde
gerçekleştiğini öğrenmiştik. Biber ve sinir gazının etkisiyle kendini koğuştan
maltaya ya da havalandırmaya atanlar ise derhal kurşunlanıyorlardı. İlk ve ikinci
gün daha çok, plastik mermi ve saçma yaralanmaları; onlarca da gaz zehirlenmesi
vardı. Sonraki iki gün ise hep gerçek mermi kullandılar. Salı akşamı geç saatlere
kadar D/3-4'teydik. Devlet E Blok tarafından iş makinalarıyla yüklenmeye başlayınca
-hemen her yere barikat kurmuştuk- orayı terk ettik ve C-3 koğuşuna çekildik. Salı
akşamı bombalama ve duvar delme seslerinin dışında gece sakin geçti. 20 Aralık
Çarşamba sabah saatlerinden itibaren iş makinalarının sesi çoğaldı. Hemen her
taraftan ses geliyordu. Üst maltadan, tam olarak nereden geldiğini kestiremediğimiz
balyoz darbeleri... C-4'e açılan üst malta kapısına dayandıkları haberi geldi. O
tarafa yöneldik. Gaz bombalarına karşı ıslak havlularla ağzımızı burnumuzu
tutuyorduk. O sırada E Blok tarafında kurulan barikat çevresinde hareketlenme oluyor.
Barikatın üst tarafında küçük boşluklar var. Askerler oradan plastik mermi ve
saçma sıkıyorlar. Saldırının başladığı andan itibaren saçmayla yaralanan
arkadaşların sayısını hala tam olarak bilmiyoruz. Barikatı da nöbetçiler
kendilerini duvar kenarlarına doğru çekerek korumaya-savunmaya çalışıyorlar.
Ortadan yürümemeye çalışıyoruz.
Bir süre sonra zaman kavramını yitiriyoruz. Hava kararmaya başlamıştık ki gaz ve
kurşun sesleri birbirine karıştı. Gerçek mermi kullanıyorlardı. Ortalık tam bir
savaş alanı görünümündeydi. Maltanın bir ucu A Blok (şebeke) tarafıydı. Burada
da barikat vardı. Diğer ucu olan E Blok da -Önce E Blok'tan başlayan saldırı
yoğunlaştı. Silah sesleri durmak bilmiyordu. O anda maltaya çıkmak kurşunlara hedef
olmaktı. C-3'ün kapısının önünde biriktik. Ve ileri gidememenin öfkesi vardı.
Öndeki arkadaşlar -hafif yaralı da olsalar- durumu daha ağır olanları çekip
getirmeye çalışıyorlardı. C-3 ve karşısındaki C-8 koğuşuna biteviye yaralılar
taşınıyordu. Her biri gülerek, sızlanmadan, resmi bir geçit törenindeymişçesine
akıp gidiyordu aramızdan. Elimizdeki sınırlı tedavi olanaklarıyla müdahaleler
yapılıyordu. Rıza Poyraz bu esnada yaralananlardandı. Yüzüne şarapnel parçası
gelenler; kafasından, bacağından, kolundan... onlarca devrimci yaralanmıştı. Kimisi
de ölümcül haldeydi. Kurşun sağanağından sonra bu kez gazları devreye soktular.
Göz gözü görmüyordu. Nefes alamaz durumdaydık, koğuşun içlerine doğru çekildik.
E Blok barikatında kimse kalmamıştı artık. Yeniden öne doğru hamle yapmaya
çalıştığımızda gaz bombardımanıyla tekrar karşılaştık. Bu kez maltadan
tamamen çekilmek zorunda kaldık. Koğuşun kapısına barikat kuruldu. A Blok tarafı
daha sağlamdı, 30-40 kişi oradaydı. Devlet bu kez de o tarafa da saldırıyı
yoğunlaştırdı. İlk saldırıda Ercan Polat aldığı kurşun yaralarıyla orada
şehit düşmüş. Onu da alarak konferans salonuna çekilmiş arkadaşlar. O cepheden bir
daha haber alamadık.
21 Aralık Perşembe. Sabah 05:00 sularıydı. Hepimiz yeni yeni kendimize gelmeye
başlamıştık. Suyumuz yok denecek kadar azdı. Ve onu da çok idareli kullanmak
zorundaydık. Gün boyunca konferans salonunun olduğu taraftan gaz bombası ve silah
sesleri geldi. Akşam üzeri C-3 havalandırma kapısına kurduğumuz barikatı zorladı
askerler. Hemen sonrasında bu kez C-3'ün maltasına açılan kapısına kadar
geldiklerini farkettik; gaz ve silah sesleri iyice yakınlaşmıştı. C-3'ün yanındaki
C-2 koğuşundan bombalar atıldı. Bir arkadaşın bu saldırıda (Serdar Turan) eli
koptu. Konferans salonundan dumanlar yükseliyordu. Yemekhanenin içine kadar çekilip
barikat kurduk. Artık çekilebileceğimiz son noktadaydık. Uzun bir bekleyişten sonra
cam aralarından içeriye sızan gazlardan dolayı barikatı açmak zorunda kaldık.
150'den fazla insan karanlıkta küçücük bir yere sıkıştırılmıştık.
Çatılardan, yan duvarlardan beton kırma sesleri geliyordu. Öylece sabah oldu.
22 Aralık Cuma. Sabah sessizlik hakimdi. 11:00 itibariyle hem konferans salonu
tarafından hem de bizim bulunduğumuz taraftan devletin saldırısı arttı. 14:10
civarında yoğun sinir gazı, biber gazı bombardımanı altındaydık; içerde göz
gözü görmüyordu. Çoğu arkadaşımız baygın durumdaydı. Ya daracık gaz odasında
ölüme mahkum olacaktık ya da dışarı çıkarak kurşunlarla ölecektik. İkincisini
seçtik. Kırılan duvardan sloganlarımızla birbirimize kenetlenerek gruplar halinde
çıkmaya başladık. Yüzlercesi polis ve jandarmanın üzerimize doğrultulmuş
silahlarıyla karşılaştık. Hemen saldırdılar. Bizi birbirimizden ayırmaya
çalıştılar. Koparabildiklerini vahşice dövüyorlardı. Kadın ve erkekleri epeyce
uğraşarak ayırıp farklı yerlere götürdüler. Artık birbirimizi göremiyorduk.
Bizleri kelepçelediler. Bileklerimizi kesecek denli sıkıştırdılar. Böylece
saatlerce bekletildik. Metrelerce yolu bileklerimiz birbirimize kelepçeli olarak ve cop,
dipçik, yumruk, tekme sağanağı altında cezaevinin "infaz havalandırması"
denen yerine getirildik. Bir grup kadın tutuklu buradaydık. İki farklı köşede de bir
grup erkek arkadaş vardı. Konferans salonundaki arkadaşlar henüz getirilmemişlerdi.
Bir yerlere yeniden gaz bombası atıldı. Öylesine yoğundu ki açık havada olmamıza
rağmen müthiş etkilenmiştik. Bizi alıp içerideki bir odaya koydular. Tabii bunlar
hep küfür, tehdit ve kaba dayak eşliğinde gerçekleşiyordu.
Kısa bir süre sonra odanın kapısından içeriye sürüklenerek tekme, tokat,
saçlarından tutulup atılarak diğer arkadaşlar getirilmeye başlandı. ÖO ikinci
ekipten bir arkadaşın durumu çok ağırdı. Tüm ısrarlarımıza rağmen doktora
götürülmedi. Gelen arkadaşlar sinir ve diğer gazlardan berbat durumdaydılar.
Çoğunun içeriye atılan bombaların üzerlerine ya da yakınlarına düşmesi sonucu
kolları, bacakları yanmıştı. Hastaneye götürülmeleri yönündeki ısrarımız yine
sonuç vermedi. Bizler ise hala kelepçeliydik ve kollarımız hissizleşmeye
başlamıştı. Karanlık iyice bastırınca bizi götürmeye geldiler. Bizden önce
başka bir grup (onlar yan odadaydı) götürülmüştü. Aramaları yapılmış ve ring
araçlarına bindirilerek götürülmüşlerdi. Bizi işlemlerin yapıldığı bir yere
geçiriyorlardı; buraya gidene kadar askerlerini sözlü ve coplu cinsel tacizine,
küfür ve sataşmalarına maruz kaldık. Bir süre sonra kelepçelerimiz açıldı.
İsimlerimizi yazdıkları bir yer vardı. Bundan sonra üst araması yapmak istediler.
Onur kırıcı aramaya izin izin vermeyeceğimizi söyledik. Normal aramadan sonra
ayakkabı çıkarmamız istendi, kabul etmedik. Yere yatırarak üzerimizde tepindiler,
zorla çıkardılar. Genişçe bir salona alındık. Saatlerce de burada bekletildik. Saat
23:00'te ring araçlarına bindirmeye başladılar. Saçlarımızdan çekerek,
tekmeleyerek bindirildik. Ringde gaz kokusundan durulmuyordu. 13 kişiydik. Uzun
denilebilecek bir yolculuktan sonra Kartal Özel Tip Cezaevi'ne getirildik. İşkence
burada bitmiyordu; henüz başlıyordu. 24:00'te getirildiğimiz cezaevi önünde 03:00'e
kadar gazla dolu ringin içinde bekletildik. Öyle ağırdı ki askerler yüzlerinde maske
olduğu halde dayanamayıp iniyorlardı. Uzun bürokratik işlemlerden geçirildik.
İşlemleri bitenleri 10'ar kişilik gruplar halinde götürüyorlardı. Sıra bize geldi.
Cezaevinin kapısında duyarlı kapıdan geçmeden önce jandarma komutanı ayakkabı
çıkarmamızı istedi. Çıkarmayınca çok şiddetli bir fasıl dayak daha yedik;
ayakkabılarımız adeta ayağımızı da kopartacak şekilde çıkartıldı ve içeri
atıldık. Yine bir yığın anlamsız formalitelerden sonra revire gönderildik. SAG'nin
13. günündeydik. Üstün körü bir muayeneden sonra hücrelere atıldık. Saat
05:00'ti. Günlerden 23 Aralık Cumartesiydi. Üstümüz başımız çamur içinde, her
yanımızdan gaz kokusu çıkıyordu. Bunlara bir de gördüğümüz işkencelerin
ağrıları eklenmişti. Kimisi üç, kimilerimiz 5-6 kişi biraradaydık. Hiçbir
haberleşme olanağına sahip değiliz. Ailelerimizin gönderdiği giysiler ancak 2 gün
sonra verildi. 2 gün boyunca gaz ve çamur içinde öylece bekledik. Isıtıcı ve
çaydanlığı bir hafta sonra edinebildik. Ailelerimizle görüş de yine tam bir hafta
sonra 29 Aralık'ta gerçekleşti. Giysi dışında -o da çok sınırlı- görüşten
hiçbir şey alınmıyor. Oldukça pahalı olan iç ve dış kantinden almamız
dayatılıyor. Gazeteleri de 2 gün sonra alabildik. Onun dışında hiçbir şey
-dergi-kitap yok. Televizyon-radyo yok. Ailemiz ne kadar para yatırırsa yatırsın kişi
başına haftada 25 milyondan fazla verilmiyor. Bu parayla temizlik, kırtasiye
malzemeleri, mektup, gazete, su, çay vb. ihtiyacımızın karşılanması dayatılıyor.
TV'yi de parasını ailemizin yatırması şartıyla alabileceklerini söylüyorlar.
Bizler, TİKB dava tutsakları olarak SAG'nin 24. günündeyiz. P/C, TKP(ML), TKP/ML,
MLKP, TKEP/L'li arkadaşlar da SAG'nin 9. günündeler.
2 Ocak 2001
Kartal Özel Tip Cezaevi
TİKB dava tutsakları