Kızıl Bayrak, Ocak 2001 sayısı
http://www.kizilbayrak.de/w/2001_01/sayfa_30.html
Nazilere rahmet okutan vahşi katliam...
Bu vahşet zulüm düzeninin
çöküşünün de habercisidir!
19 Aralık gecesi gerçekleştirilen faşist katliamın boyutlarını ve katliamın
içerdiği vahşeti anlamak için, dışarıya ilk yansıyan tanıklıklar bile yeterli.
Cezaevleri tam bir kuşatma altına alınmış, birçok iş makinası, silah ve savaş
aygıtı kullanılmıştır. Katliam timlerinin dışarıdan izlenen görüntülerinden
yansıyanlar birer savaş manzarası şeklindedir. Binlerce asker ve polis tarafından
sürdürülen operasyonlarda ağır makineli tüfekler saatlerce susmamıştır.
Cezaevlerinin kırılmadık duvarı bırakılmamış, koğuşlar yangın bombalarıyla
tutuşturulmuştur. Katliam tek bir komuta merkezi tarafından yönlendirilmiştir. Özel
olarak seçilmiş ve eğitilmiş cinayet timleri, yüreklerinden, inançlarından ve
iradelerinden başka silahları olmayan devrimci tutsakların üzerine sürülmüş, tam
bir imha operasyonu yürütülmüştür.
Kullanılan askeri güç, araç ve silahların dökümü bile, bunun nasıl bir imha
saldırısı olarak hazırlandığını göstermektedir.“Binlerce merminin, bombanın,
tonlarca gazın, kimyasal maddenin, iş makinelerinin ve çeşitli silahlarının
kullanıldığı imha operasyonunda resmi açıklamalara göre 8 Jandarma Komando Taburu,
37 bölük olmak üzere 8385 askeri personel ve bundan fazla polis kullanılmıştır. Bu
teçhizat ve personel sayısı birçok savaşta kullanılandan daha fazladır.” (İHD
raporlarından...)
Otopsi raporları da yaşanan katliamın boyutlarını ortaya koymaktadır. Bazı
tutsakların başları, kolları ve bacakları gövdelerinden ayrılmış (Seyhan
Doğan’ın ailesinin anlatımından), bazıları da tanınamayacak hale getirilmiştir.
Bu öylesine bir barbarlıktır ki, ölü bedenlere bile işkence yapılmış,
parçalanmıştır. Birçok tutsak kurşun yağmuruna tutulmuş, yani katletmek amacıyla
kurşunlanmıştır. “...yapılan adli otopsi işlemi sonrasında ölümün, ... Ateşli
silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı içorgan ve büyük damar delinmesinden
gelişen iç kanama... Cesetten ... 3 adet kurşun parçası elde edildi ...” (Mustafa
Yılmaz’ın Adli Tıp raporundan...)
“Vücudunda yaygın olmak üzere yer yer 1-2 ve 4. dereceden yanık alanlar bulunan
kişinin ölümünün ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı kafatası
yüz kemikleri çok sayıda omur, kaburga, radiua ve el bilek kemik kırıklarıyla
birlikte beyin kanaması, beyin doku harabiyeti, iç organ delinmesinden gelişen iç
kanama. ... Cesetten ... 3 (üç) adet mermi çekirdeği...” (Ahmet İbili’nin Adli
Tıp raporundan...)
Tutsakların anlatımıyla katliamın gerçek boyutları gün yüzüne çıkıyor!
Katil devlet katliam sonrasında cezaevlerinde sergilediği barbarlığın gün yüzüne
çıkarılmaması için birçok yol ve yönteme başvurdu. Burjuva medyanın
kontr-kalemleri katliamın psikolojik ayağı olarak iş gördüler. Katliamı
aşağılık yalanlarla gerekçelendirdiler ve alkışladılar, tümüyle yalanlara ve
gerçekleri tersyüz etmeye dayalı bir propaganda kampanyası yürüttüler. “Şartlı
tahliye” nedeniyle çıkması gereken devrimci tutsaklar serbest bırakılmadılar.
Böylece katliam tabutlukların dört duvar arasında unutturulmaya, vahşet gizlenmeye
çalışıldı. Ama bunu başarmaları mümkün değildi. Devrimci tutsakların “bizi
diri diri yaktılar!” çığlıkları dahi bu oyunu boşa çıkarmaya yetti.
Bugün henüz az sayıda devrimci tutsağın anlatımlarına sahibiz. Ama bu kadarı bile
katliamı ve sergilenen vahşeti anlatmaya yetiyor. Uzun süredir cezaevleri maketleri
üzerinde çalışan ve katliam planını tüm ayrıntısına kadar oluşturan
katliamcılar hemen hemen her cezaevinde benzer yöntemleri kullandılar. Değişik
cezaevlerinden yansıyan anlatımların benzerliği hayli dikkat çekiyor, katliamın
nasıl tek merkezden planlandığını, katliam timlerinin nasıl özel bir tarzda
eğitildiğini ortaya koyuyor.
Hemen her cezaevinde, önce cezaevi personeli ve görevli askerler dışarı
çıkarılmış, seçme jandarma ve polislerden oluşturulan katliam timleri koğuşları
kuşatmıştır. “Aynı anda çatılarda, mazgallarda silahlı jitem ve özel timden
askerlerin yerleşmiş olduğunu gördük. Ateş açan onlardı. Cezaevinin üst ve alt
maltası askerlerce kuşatılmıştı. Hepimiz koğuşlarımızın kapısına acele
barikatlar kurduk.” (Bayrampaşa’dan Bakırköy Cezaevi’ne götürülen bayan
tutsakların ortak anlatımından...)
Operasyonun başlama startının verilmesiyle beraber çatılar, duvarlar delinmeye,
kapılar parçalanmaya, içeriye kurşun yağmaya başlamıştır. Tutsakların üzerine
binlerce bomba atılmış, yangın bombalarıyla koğuşlar yakılmıştır. “O esnada
koğuşumuzun üst katının tavanının delindiğini gördük. İçeriye yangın ve gaz
bombaları atıyorlardı. O da olmazsa yoğun gazla boğmaya çalışmaktı. Koğuşun son
tarafında da tavandan delik açılarak yangın ve gaz bombaları atılınca alt kata
geçtik ve kapıya barikat kurduk. Bu esnada saatlerce bizim üst katta bulunduğumuzu
düşünerek bombalar atmaya, kurşunlar yağdırmaya devam ettiler.” (Aynı
anlatımlardan...)
“Diri diri yaktılar!”
Katil sürüleri tazyikli su, gaz vs. boğucu bombalarla yetinmemiş, koğuşları da
yakmaya başlamışlardır:“Hemen akabinde koğuşun her yanına yangın bombası
atıldı. Bütün koğuş yataklar, kitaplar, elektrik telleri herşey tutuştu. Koğuşu
alev kapladı. Bizi yakarak katletmek istiyorlardı. Yerlerde yatan birçok arkadaş
kendine gelmeye başladı ... İçerisi alev içindeydi. Ana kapının bir kısmına kadar
Mine girdi, o esnada elleri ve yüzü yandı. Gülizar Ebru’yu, Birsen’i, Hacer’i
çekerek çıkardı ve merdivenden aşağı sürükleyerek aşağı indirdik. Özellikle
Hacer’in tüm vücudu yanmıştı. Birsen’in, Gülizar’ın da öyle. Hacer
yemekhanede suların içine bıraktı kendini. Artık yukarıya girilebilecek ve
arkadaşlar çıkarılabilecek gibi değildi. Alevler kapıya kadar gelmişti....”
(Mesude Pehlivan’ın anlatımından...)
“... Alt kata indiğimde bazı yoldaşlarım üzerlerine su döküyordu. Çoğumuzun
saçları, elleri, sırtı, iyice yanmıştı. Sonra bir yoldaşımız yukarıda yananlar
var, ateşin içinden çıkamayanlar var deyince birçoğumuz hzla merdivenlere
yöneldik....Aşağı indiğimizde Nilüfer, Seyhan, Özlem, Şefinur, Ölüm Orucu 1.
ekibinden Gülseren Öztürk’ün olmadığını gördük. Onlar alev alev yanan
koğuşun içinde kalmışlardı...” (Ayla Özcan’ın anlatımından...)
Yakmak katliamcıların geleneğidir. İnsanlık onları Sivas’tan tanıyor. Sadece
yakmakla yetinmemişler, sonra da insanların yanarak ölmelerini seyretmişlerdir.
“Yoldaşlarımız diri diri yanarken katliamclar çatıdan kamerayla eserlerini
seyrediyorlardı zevkle. Ellerinde ise itfaiyenin su hortumları vardı, ama yanan
koğuşa sıkmıyorlardı...” (Ayla Özcan’ın anlatımından...)
Tek tek koparılıp alınan tutsaklar saatlerce işkencelerden geçirildiler!
Saatler süren kanlı operasyondan sonra tutsaklar, yaralı olarak tek tek koparılarak
alınıp, birer işkencehaneye dönüştürülmüş bölümlerde çırılçıplak
soyularak, toplanırlar. Ya da koğuşların havalandırmaları işkencehane mekanı
olarak kullanılır. Bayrampaşa’daki bayan tutsaklar saatlerce havalandırmada tazyikli
su işkencesine tabi tutulurlar. Ümraniye Cezaevi’nde 4 gün süren operasyon 4. gün
sabah erken saatlerde sona erer, tutsaklar yaralı olarak işkencehanelere alınırlar.
Ama operasyonun bittiği açıklanmaz. Herhangi bir yaralı tutsak hastaneye
kaldırılmaz. Amaç daha önce isimleri belirlenen tutsakların katlidir. Avukatların
basıncı üzerine, saatler sonra, Ümraniye’de operasyonun bittiği açıklanır.
Yaralı tutsakların küçük bir bölümü hastanelere kaldırılır. Bazı tutsaklar
sahte isim kullanarak operasyon sonrasında katledilmekten kurtulurlar. (Av. M.
Çöpür’ün aktarımlarından...)
İşkencehanelerde işkence aralıksız saatlerce sürer. Bazı tutsaklar özel
bölümlere götürülürler. Bu işkence seanslarına özel yetiştirilmiş jandarma
timleri, işkenceci polisler katılırlar. Birçok bayan tutsak cinsel tacize maruz
kalır. Kafalar, kollar kırılır, vücutlar kesilir, yakılır. Vücutlarda sigaralar
söndürülür.
Her yer bir işkencehane!
İşkence daha sonra mekan değiştirerek devam eder. Artık her yer birer
işkencehanedir. Hastaneler, ring araçları, cezaevi giriş-çıkışları.... Tutsaklar
daha önceden hazırlanan ring araçlarına arkadan kelepçelenip konulurlar. Saatlerce
süren işkencelerden sonra F tipi tabutluklara götürülürler. F tiplerinin girişinde
saatlerce süren bir dayak ve işkence başlar. Birçok tutsak anlatımında en çok
yaralanmaların olduğu saldırılardan biri olarak tanımlamaktadır bu işkence
senansları. Amaç tutsakların kişiliklerini ezmektir.
Ama tüm bu sistematik işkencelere karşın direniş kesintisiz bir biçimde
sürmüştür. Sloganlarla katliamın hesabının sorulacağı haykırılmış, faşist
cellatların yüzüne tükürülmüştür.
Katliam timleri işkencelerini aralıksız sürdürüyorlar. F tiplerinin idaresi bu
timlerin elinde bulunuyor. Tutsaklar askeri disipline sokulmak isteniyor, bu dayatmayı
reddettikleri için işkencelere alınıp ölüme bir adım daha yaklaştırılıyorlar.
Direniş büyüyerek ve yaygınlaşarak sürüyor. Barbarlık düzeninin sahipleri bu
ölümüne direniş karşısında ezilmeye mahkumdurlar. Bu vahşet, bu kan, bu zulüm
faşist rejimin acizliğinin göstergesi, bu düzenin çöküşünün habercisidir.
Zulmün sahipleri tarihin kara sayfasına şimdiden adlarını yazdırmışlardır,
hesabını da vereceklerdir.