İnsan Hakları Derneği.
17 Nisan 2001
ÖNCE İNSAN HAYATI: CEZA VE TUTUKEVLERİNDE TECRİT UYGULAMALARI
DURDURULSUN!
"...halen uygulanmakta olan fiili tecrit sistemi kabul edilemez ve hemen sona
erdirilmelidir."(Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi raporu, 29 Ocak 2001, paragraf
6.)
F tipi cezaevlerine tepki olarak 20 Ekim 2000 tarihinde başlatılan açlık grevleri ve
"ölüm oruçları", Türkiye'nin pek çok ceza ve tutukevinde sürmektedir.
Adalet, Sağlık ve İçişleri Bakanlıkları müsteşarlarının 16 Nisan günü düzenledikleri
toplantıdan sonra yaptıkları açıklamaya göre, 222 kişi ölüm orucu, 569 kişi açlık
grevini sürdürmektedir. Bunlardan 153 kişi, hastanelere kaldırılmıştır.
Halen on bir tutuklu ve hükümlü ile iki tutuklu yakını, açlık grevi sonucunda yaşamlarını
yitirmiş bulunuyor. 21 Mart günü Sincan F Tipi Cezaevinde Cengiz Soydaş (açlık
grevinin 151. gününde); 7 Nisan günü Edirne F tipi Cezaevinde Adil Kaplan (170. gün)
ve Kandıra F tipi Cezaevinde Bülent Çoban (160. gün); 9 Nisan günü tutuklu yakını
Gülsuman Ada Dönmez (147. gün); 10 Nisan günü Kütahya Cezaevinde Fatma Ersoy; 11
Nisan günü İstanbul Kartal Cezaevinde Nergis Gülmez (125. gün) ve Edirne F Tipi
Cezaevinde Tuncay Günel (121. gün); 12 Nisan günü Buca Cezaevinden Celal Alpay ve
Abdullah Bozdağ; 13 Nisan günü Sincan F Tipi Cezaevinden Murat Çoban ve Erol Evcil
(166. gün); 15 Nisan günü İstanbul'da Canan Kulaksız (19) adlı tutuklu yakını
(137. gün); 16 Nisan günü Buca Cezaevinden Sedat Gürsel Akmaz yaşamlarını
kaybettiler.
19 Aralık "Hayata Dönüş Operasyonu"nun sonuçlarıyla birlikte F tipi
cezaevlerinin insan yaşamı bakımından getirdiği sonuç, 45 kişinin ölümü olmuştur;
hekimler, ölümlerin hızla artmasından endişe etmektedir.
Hükümet, bugüne kadar, açlık grevlerinin insan hayatı açısından getirmesi kaçınılmaz
olan tehlikeleri görmezden gelmiş; Avrupa standartları açısından bir işkence yöntemi
olan tecrit uygulamalarına ve açlık grevlerinin insan haklarına dayalı önlemlerle
sona erdirilmesini talep eden insan hakları ve meslek kuruluşlarına karşı asılsız
iddia ve tehditlerle, sorunun üstünü örtmeyi başarmıştır. İnsan hakları
savunucularının ilkece açlık grevi gibi eylem yöntemlerine karşı olduklarını çok
iyi bilen Sayın Adalet Bakanı, kamuoyuna yönelik açıklamalarında, onların insanları
ölüme teşvik etme suçunu işlediği mesajını defalarca yinelemiştir.
1. İnsan Hayatı İçin Acil Çözüm
Hükümete aylardır ifade ettiğimiz gibi, söz konusu eylemlerin bitirilmesi için
acilen alınması gereken önlemler, dört noktada toplanmaktadır:
1.Tek kişilik ve "küçük grup" (3 kişilik) tecrit uygulamalarına son
verilmelidir;
2.Sağlık sorunları olan tutuklu ve hükümlüler, hekimlerin belirlediği şekilde ve müdahalesiz
tedavi edilmelidir;
3.19 Aralık "operasyonu" ve cezaevlerinde daha önce yapılan operasyonlarla
ilgili bağımsız soruşturma ve düzgün yargılamalar acilen başlatılmalıdır;
4.Ceza ve tutukevlerindeki uygulamalar, sivil toplum örgütlerinin temsil edildiği bağımsız
kurullar tarafından düzenli olarak denetlenebilmelidir.
Bu talepler, yalnızca eylemci tutuklu ve hükümlüler tarafından değil, insan hakları
örgütleri ve başta Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) olmak üzere uluslararası
kuruluşlar tarafından da, bu eylemlerden bağımsız olarak acilen yerine getirilmesi
istenen önlemlerdir. Türkiye hükümetinin Avrupa İşkenceyi Önleme Sözleşmesinde üstlendiği
yükümlülükleri denetlemekle görevli olan CPT, hem daha önceki açıklamalarında (E
tipi ve başta Kartal Özel Tip Cezaevi olmak üzere özel tip cezaevlerinde de
uygulanmakta olan) tecrit uygulamalarına karşı olduğunu belirtmiş; hem de 29 Ocak
2001 tarihli ön raporunda tecrit uygulamalarının acilen sona erdirilmesini ve bu
meyanda ortak alanların kullanıma açılmasını, acil bir tedbir olarak istemiş
bulunmaktadır.
Bu tedbirin yerine getirilmesi, çok sayıda tutuklu ve hükümlünün ölümünü ya da
sakat kalmasını önleyebilecek niteliktedir. Söz konusu önlemler, hükümetin asgari yükümlülükleri
olarak, acilen uygulamaya konmalıdır. Tecrit, bir işkence biçimidir ve söz konusu
tutuklu ve hükümlülerin çoğu, cezaevlerine girmeden önce de işkenceye uğramış
olan mağdurlardır.
Hükümet, tecrit uygulamaları konusunda, bu uygulamalara karşı olduklarını, ancak
Terörle Mücadele Yasası 16. Maddesi gereğince uyguladıklarını söylemektedir. Oysa
söz konusu madde 10 yıldır yürürlüktedir ve şimdiye değin tecrit uygulaması bu
yasayla ilişkilendirilmemiştir. Ayrıca, değiştirilmesi konusunda 10 yıldır ısrarcı
olduğumuz söz konusu madde, daraltıcı bir yorumla ve hükümetin uluslararası yükümlülükleri
ile Avrupa Konseyi Cezaevi Standart Kuralları da göz önüne alınarak düşünüldüğünde,
tecrit uygulamalarını gerektirmemektedir.
Ceza ve tutukevlerinde tecrit uygulamalarına ve hem E hem F tipi kurumlardaki 19 Aralık
sonrasında ağırlaştırılan diğer uygulamalara son vermek ve yukarıda belirtilen önlemleri
acilen almak, hükümetin yetkisi dahilindedir ve yükümlülüğüdür. Bu konularda
yasal düzenlemelerin yapılmasını bir an önce arzu etmekle birlikte, sürmekte olan açlık
grevlerinin insan yaşamına daha fazla zarar vermesinin önlenmesi için, yasal bir düzenleme
beklenmeksizin derhal yerine getirilmesi talebimizi, Adalet Bakanlığına çeşitli
vesilelerle iletmiş bulunuyoruz. Bu, hem F tipi cezaevlerindeki uygulamaların hem de
genel olarak ceza ve tutukevlerine ilişkin düzenlemelerin tartışılması, insan hakları
temelinde yeniden belirlenmesi açısından bir başlangıç noktası sağlayacaktır.
2. F Tipi Cezaevlerindeki Uygulamalar
19 Aralık operasyonları sonrasında ailelerin, avukatların ve hekimlerin gözlemlerine
göre, çok sayıda tutuklu ve hükümlüde, kafa, ayak-bacak, el, parmak, burun ve kol kırıkları;
ateşli silah yaralanmaları, yanıklar ve işkenceye bağlı ekimozlar görülmüştür.
İlgili meslek örgütlerine ve insan hakları kuruluşlarına cezaevlerinde bağımsız
araştırma olanağı tanınmamakla birlikte, kötü muamele, insanlıkdışı ve onurkırıcı
cezalandırma ile işkence tanımı kapsamındaki uygulamaların siyasal tutuklu ve hükümlülerin
bulunduğu bütün cezaevlerinde, özellikle de "F Tipi" cezaevlerinde sürdürüldüğü
ayrıntılı anlatımlardan anlaşılmaktadır. F tipi cezaevlerine ilişkin (farklı
cezaevlerinde farklı uygulamalar yapılmakla birlikte) aile, avukat ve hekim anlatımlarından
elde edilen bilgiler şöyledir:
a. Tecrit Uygulamaları
F Tipi cezaevlerine ilişkin tartışmalar, Milli Güvenlik Kurulu ile İçişleri ve
Adalet Bakanlıklarının bu konudaki tepkileri ve şu anda yapılmakta olan uygulamalar,
F tipi cezaevlerinin tecrit amaçlı olduğunu kanıtlamış bulunmaktadır. Bu
uygulamaların tecrit olarak görüldüğü, Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesinin (CPT)
önraporunda da ifade edilmiştir.
Tecrit, tek bir kişinin kapalı bir mekanda, ortak alanlardan yararlanmaksızın ve günün
makul bir bölümünü başka mahpuslarla sosyal ve kültürel iletişim kurmaksızın geçirdiği
durumdur. Birden çok kişiden oluşan küçük bir grubun, belli bir birimde yine günün
makul bir bölümünü başka mahpuslarla sosyal ve kültürel iletişim kurmaksızın geçirdiği
durum da, "küçük grup tecriti" olarak nitelenir.
Tecrit, Avrupa cezaevi standartları bakımından bir işkence yöntemidir ve insan sağlığı
bakımından getirdiği sonuçlar da, işkencenin getirdiği sonuçlarla aynıdır.
Adalet Bakanlığı, F tipi cezaevlerindeki mutlak tecrit uygulamalarının, Terörle Mücadele
Yasası 16. maddesinin gereği olduğunu ileri sürmektedir. Bugünkü açlık grevi ve ölüm
oruçlarının nedeni, söz konusu uygulamadır.
Tecrit uygulaması, tutuklu ve hükümlülerin yalnızca birbirleriyle değil, aile,
arkadaş, avukat ve hekimlerle görüşmelerinin de kısıtlanması ve denetime tabi
tutulmasını içermektedir. F tipi cezaevlerinde görüşmeye giden aileler, tacizden ve
kendilerine çıkartılan zorluklardan yakınmaktadır.
Tutuklu ve hükümlülerin iletişim ve haber alma hakları da, tecrit uygulamaları
kapsamında kısıtlanmaktadır. Radyo yasaktır; bazı gazeteler, keyfi olarak
engellenmektedir.
Tecrit uygulamaları, ilk kez F tipi cezaevleriyle başlamadı ve yalnızca bu
cezaevlerinde olan bir uygulama değildir. Esasen, 1991 Terörle Mücadele Yasası uyarınca
yapılan cezaevleri E Tipi Cezaevleridir. Adalet Bakanlığının bugün "koğuş
sistemi" olarak ifade ettiği cezaevlerinden olan Bursa E Tipi cezaevi, 8 kişilik
"oda"lardan oluşmaktadır. CPT, Bursa E Tipi Cezaevinde de, 8 kişi için yapılan
birimlerin, 24'e kadar mahpusu barındırdığını ve mahpusların bütün gün bu
birimlerde tutulduğunu, "oda tipi cezaevlerinin bu şekilde kullanılmasının özellikle
baskıcı olduğunu" ifade etmişti. Ayrıca, bu cezaevindeki "disiplin" ve
"müşahade" bölümünde mahpusların 25 güne kadar tamamen tecrit edildiğini,
"hücrelerin yeterli büyüklükte olmadığını ve yeterince ışıklandırılmadığını"
gözlemlemişti.
CPT'nin 16-24 Temmuz 2000 ziyaretine ilişkin 24 Temmuz tarihindeki açıklamasında da
(bu ziyaretin tam raporu Türk hükümetine Kasım 2000'de sunulmuş ancak hükümet tarafından
kamuya açıklanmasına henüz izin verilmemiştir), F Tipi cezaevi inşasına ilişkin
olarak, "mahpusların daima günün makul bir bölümünü yaşama biriminin dışında,
amaçlı faaliyetlerle meşgul olarak geçirmeleri koşuluyla, daha küçük yaşama
birimlerine geçiş konusunda ilkece bir itiraz olmadığını" belirtilmişti.
Heyet, Sincan F Tipi Cezaevinin inşaatını incelemiş; "yaşama birimlerinin yalnızca
yüksek duvarlı havalandırma alanlarına bakıyor olmasının" kendilerinde kaygı
yarattığını ifade etmişti. Bu durum, azami görüş uzaklığını 10 metreye düşürmekteydi.
Ayrıca, fiziksel bakımdan F Tipi cezaevlerine benzeyen Kartal Özel Tip Cezaevinde ortak
kullanım alanlarının kullandırılmaması da, heyette kaygı uyandırmıştı.
b. Muayene ve Tedaviler Engelleniyor
19 Aralık 2000 operasyonundan itibaren siyasal tutuklu ve hükümlülerin kaldığı bütün
cezaevlerinden daha sık rapor edilen bir sorun da, muayene ve tedavilerin
engellenmesidir. Bu yeni bir sorun değildir; tedavisi geciktirilen ya da engellenen pek
çok adli ve siyasal tutuklu ve hükümlü, yaşamını kaybetmiştir. 1996 ölüm orucu
sonucunda kalıcı olarak fiziksel ve zihinsel yeteneklerinin bir kısmını kaybeden, bu
nedenle tutuklu ise mahkeme tarafından, hükümlü ise CMUK 399. maddesinden yararlanarak
tahliye edilmesi gereken kişilerden yalnızca 4 kişi tahliye edilmiştir.
Açlık grevi sırasında, bir yandan Adalet Bakanlığı zorla tıbbi müdahale baskısı
yapar ve hekimlerin mesleki uygulamalarına müdahale ederken, bir yandan da acil tedavisi
gereken bir çok tutuklu ve hükümlünün tedavisi engellenmektedir.
Açlık grevleriyle ilgili olarak sağlık uygulamalarına ilişkin sorunlar özetle şöyledir:
1. Tıbbi müdahalede, tıbbi gereklere aykırı uygulamalar yapılmakta; hekimler,
mesleki uygulama kurallarına aykırı uygulamalara yönlendirilmektedir.
2. Yatağa bağımlı hale gelmiş bulunan hastalar, yataklarına zincirlenmektedir.
3. 19 Aralık operasyonu sırasında yaralanan tutuklu ve hükümlülere gerekli tedavi
yapılmamıştır.
4. Tecrit koşulları ve kötü muamele, tutuklu ve hükümlülerde psikolojik rahatsızlıklara
yol açmaktadır.
5. Tutuklu ve hükümlülerin hastaneye sevkinde zorluklar çıkarılmakta ve hastaneye
sevk etmeme, bir cezalandırma yöntemi olarak uygulanmaktadır.
6. Hastaneye sevklerde, jandarmalar tutuklu ve hükümlülere kötü muamele uygulamaktadır.
7. Muayeneler sırasında jandarmalar muayene odasını terk etmemektedir.
c. Savunma Hakkı
İstanbul, İzmir ve Ankara Baroları ile Çağdaş Hukukçular Derneği, Ocak 2000 "Üçlü
Protokolü" çerçevesinde cezaevlerinde savunma hakkının ihlaline ilişkin şikayetlerini
çeşitli açıklamalarında belirtmişlerdir. Bu sorunlar, F tipi cezaevlerinde artmıştır.
Türkiye Barolar Birliği ve Baroların 4 Şubat 2001 tarihinde yaptığı açıklamada,
şöyle denilmiştir: "Adalet, İçişleri ve Sağlık Bakanlıkları tarafından
birlikte oluşturularak 17 Ocak 2000 tarihinde yürürlüğe konulan "Üçlü
Protokol" ile avukatların cezaevine girişlerinde elektronik cihazdan geçtikten
sonra infaz koruma memurları tarafından elle aranması, üzerlerinde ve yanlarında
bulunan her tür evrakın denetlenmesine ilişkin kurallar getirilmiştir. Uygulama ise;
daha da abartılı ve mesleğin icrasını engelleyici niteliktedir. Meslek sırrını
yokeden, mahpus haklarını ihlal eden, savunma hakkını ortadan kaldıran ve avukatlık
onurunu zedeleyen üçlü protokol kaldırılmalıdır.Cezaevleri operasyonundan sonra açılan
F tipi Cezaevlerinde görüşe giden avukatların barolara ulaşan yakınmalarından;
uygulamanın "üçlü protokol"ü bile aratacak nitelikte olduğu, avukatların
ciddi tacizlere maruz kaldıkları anlaşılmaktadır. Keyfi ve hukuk dışı bu
uygulamalara derhal son verilmelidir."
Savunma hakkına ilişkin başlıca sorunlar şöyle özetlenebilir:
1. Tutuklu olarak yargılanan kişilerin avukatlarıyla görüşmelerine kısıtlamalar
getirilmiştir.
2. Avukat-sanık görüşmesi, infaz görevlileri tarafından izlenmektedir.
3. Sanıklar, dava dosyasını inceleyememekte; avukatla görüşme sırasında tuttukları
notlar, infaz görevlileri tarafından sansüre tabii tutulmaktadır.
4. Aynı davadan yargılanan kişiler, davaya ilişkin avukatlarıyla hep birlikte görüşme
yapamamaktadır.
5. Tutuklular, duruşmalarının yapıldığı merkez dışındaki cezaevlerinde
tutulmaktadır.
6. Tutuklu ve hükümlülerin dilekçe vermeleri de kısıtlanmaktadır.
7. Bazı tutuklular, keyfi olarak duruşmalarına götürülmemektedir; bunun da bir ceza
yöntemi olduğu anlaşılmaktadır.
d. İşkence ve Kötü Muamele
TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunun 2000 yılındaki incelemelerine ilişkin
raporlarda görüldüğü gibi, Türkiye cezaevlerinde işkence ve kötü muamele yaygın
ve sistematiktir. Daha önceki pek çok cezaevi operasyonunda görülen şiddet, 19 Aralık
katliamında da görülmüş, yaşamını kaybedenlerin yanı sıra yüzlerce mahpus ağır
yaralanmış, çoğuna da sevkler sırasında ve F tipi cezaevlerine girişte işkence
uygulanmıştır. İşkence uygulamaları arasında jopla tecavüz de vardır; bu
iddialarla ilgili hukuksal girişimlerde bulunulmuştur.
Aile ve avukatların anlatımlarına göre, F tipi cezaevlerinde tutuklu ve hükümlülere
halen kötü muamele uygulanmaktadır. Kötü muamelenin amacı, anlatımlardan anlaşıldığı
kadarıyla, tutuklu ve hükümlülerin "otoriteye itaat etmesi" ve kişisel
iradelerinin kırılmasıdır. Bu amaçla, tutuklu ve hükümlülerin temel ihtiyaçlarını
satın almaları bile, infaz koruma görevlilerinin takdirine bırakılmıştır. Öngörülen
"tretman" ve "tek tip elbise" uygulamasını belirleyen anlayışın
da bu olduğu anlaşılmaktadır.
Yaygın olarak rapor edilen uygulamalar, sayım sırasında ayağa kalkmayan ya da
kalkamayan mahpusların dövülmesi ve gün boyunca yüksek sesle müzik dinletilmesidir.
Ölüm orucu sonucunda ölen mahpuslardan bazılarının vücudunda, darp izine rastlanılmıştır.
Ceza infaz ve tutuklama kurumları, yalnızca kişilerin hukuka uygun olarak verilmiş bir
cezayı (özgürlüğünden yoksun kalma) çekmeleri amacına hizmet edebilir ve görevliler,
ek bir ceza verme yetkisine sahip değillerdir.
3. Tecrit Sistemi ve Bir Çözüm Önerisi
Terörle Mücadele Kanununun 16. Maddesinin tecriti öngördüğü, dolayısıyla bir ve
üç kişilik oda sistemine göre inşa edilmiş cezaevlerinde, anılan yasaya göre
tutuklu ve hükümlü olarak bulunanların birbirleriyle irtibatına ve haberleşmelerine
engel olunacağına dair hükmün kaldırılması ya da değiştirilmesi demokratik
kamuoyunca istenmiştir. Bu yöndeki görüşlere Adalet Bakanlığı da katılmıştır.
19 Aralık 2000 tarihli operasyonla birlikte F Tipi Cezaevleri açılmış ve uygulamaya
geçilmiştir. Siyasal tutuklu ve hükümlüler ile diğer örgütlü suçlardan yargılanan
ya da hüküm giyen kişilere uygulanacağı ilan edilen tecrit, 1987 Avrupa Cezaevi
Standart Kurallarına aykırıdır.
Standart Kuralların "ana ilkeler" başlıklı bölümünde, 1. Kural şöyledir:
"Hürriyetten yoksunluk, insana saygıyı sağlayıcı maddi ve manevi koşullarda ve
bu kurallara uygunluk içersinde gerçekleştirilecektir." Kuralların
"ikamet" başlıklı 14. Kuralında ise şöyle denmektedir: " Mahpuslar,
diğerleriyle ikamet etmenin yararlı olduğu düşünüldüğü haller dışında, normal
olarak geceleri bireysel hücrelerde barındırılmalıdır." Buradaki "hücre"
Türkçe'deki olumsuz anlam yüklendiği gibi değil, mahpusa gecelemesini geçirmek için
tahsis edilmiş özel mekan olarak, mahpusun hakkı olarak anlaşılmalıdır. Zira ana
ilkelerde yer alan insana saygı ilkesi, mahpusa özel alan yaratılmasını gerektirir.
Uygulamaya geçilen Edirne,Kocaeli, Sincan ve Tekirdağ cezaevlerinde ise, mahpuslar
gece-gündüz hücrede tutulmaktadır. Hücreler, yalnızca geceleme için değil, tüm yaşamlarını
geçirecekleri üniteler olarak kullanılmaktadır. Bu ise, mahpusların, Avrupa İşkenceyi
Önleme Komitesinin haklı ve yerinde olarak eleştirdiği ve nitelediği gibi,
"fiili tecrit sistemi"dir. Komite, 29 Ocak 2001 tarihli raporunda, Edirne,
Kocaeli ve Sincan'daki F Tipi Cezaevleri uygulamaları için şöyle demektedir:
"Ancak, halen uygulanmakta olan fiili tecrit sistemi kabul edilemez ve hemen sona
erdirilmelidir."
Standart Kurallar, " Disiplin ve Ceza " başlığı altında kuralları da göstermektedir.
Kural 37'de ise, " Disiplin suçları cezaları olarak, kollektif cezalar, cismani
ceza; karanlık bir hücreye kapatma cezası ve zalimce, insanlık dışı veya alçaltıcı
tüm cezalar tamamıyla yasaklanmalıdır." Tecrit ise bir disiplin cezası olarak
nitelenmekte ve uygulama koşulları kural 38 'de gösterilmektedir. Buna göre, "
Disiplin cezası olarak tecrit ve mahpusun fiziki veya akıl sağlığı üzerinde olumsuz
etki yapabilecek diğer cezalar, ancak tıp görevlisinin, muayene sonrası cezaya tahammül
edebileceğinin yazılı olarak belgelenmesinden sonra verilecektir." Avrupa İşkenceyi
Önleme Komitesi, yukarıda sözünü ettiğimiz raporunda, F tipi cezaevlerindeki
tutukluluk koşullarını " fiili tecrit sistemi " olarak nitelemekte ve hemen
kaldırılmasını istemektedir. Zira mahpuslar orada bir disiplin cezası olarak, hekim
raporuyla ve belirli bir süre için değil, genel bir uygulama olarak, başka bir ifade
ile sistematik olarak (bir idari pratik olarak) tutulmaktadır. Bu ise, insan hakları
hukukunda sürekli ihlal nitelemesine karşılık gelmektedir.
Belirtilen durumda, tecritin sona erdirilmesi zorunlu ve gerekli olmaktadır. Tecritin
sona erdirilmesinde yöntemlerin ve araçların bulunduğu ve bulunması gerektiği kanısındayız.
İlki, 16. maddenin kaldırılması ya da değiştirilmesi önerisidir. Ancak bu önerinin
gerçekleşmesi, halihazırda var olan bir yasa tasarısının yasama organına sunulması,
yasama organında görüşülmesi ve kabul edilmesi süreçlerini gerektirir. Ölüm oruçlarının
bulunduğu aşama, yasama organının gündeminin yoğunluğu düşünüldüğünde ve
politik iradenin şu andaki şekillenişi ile bunun kısa sürede gerçekleşmesi olası gözükmemektedir.
İkinci izlenecek yol, uygulama yorumu ile ilgilidir. Adalet Bakanlığı, başka bir
ifade ile İdare, Terörle Mücadele Kanunu'nun 16. Maddesini daraltıcı yoruma tabi
tutar. Zira, 16. Madde bir hak ve özgürlüğü sınırlayan bir maddedir. Bu durumda da,
sınırlamanın sınırını düşünmek ve 16. Maddenin amacı ile bu amaçla tutuklu ve
hükümlülerin hak ve özgürlüklerinin ilişkisini ele almak gerekir. Adalet Bakanlığı,
16. Maddenin amacının, politik tutuklu ve hükümlülerin cezaevinde de politik örgütlenme
içersinde olmalarına engel olmak olduğunu, cezaevinde politik örgütlenmeye engel
olmak için ve bu amaçla sınırlı olmak üzere, irtibat ve haberleşme yasağı getirdiğini
öngörebilir. Dolayısıyla sınırlama ancak bu konu ile sınırlıdır diyebilir.
Belirtilen durumda, tutuklu ve hükümlülerin, sosyal,kültürel,sportif ve insani
gereksinmeler nedeniyle bir arada olma ya da irtibat ve haberleşmelerinde bir sakınca
bulunmadığı yorumu yapılır ve uygulamaya hemen başlanır. Böylece, fiili tecrit
sistemi, uygulamadan kalkmış olur. Böyle bir uygulama yorumu, hukuka ve yasaya aykırı
değildir. Bu tür bir uygulama ile, tutuklu ve hükümlülerin haklarına saygı gösterilmiş
olur. Avrupa Konseyinin, Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesinin ve Avrupa Birliğinin ve
kuşkusuz içeride demokratik kamuoyunun F Tiplerine yönelttiği temel eleştiri noktası
olan tecrit eleştirisine pozitif bir yanıt uygulama yorumu ile verilmiş olur. Bu tür
bir uygulama yorumunun, tutuklu ve hükümlüler üzerinde son derece pozitif etki yapacağı
açıktır.
16. madde gelecekte mutlaka kaldırılmalıdır. Gerçekten, Adalet Bakanlarına ya da
Cezaevleri Genel müdürlerine göre uygulama farklılığı doğmaması ve tutuklu ve hükümlülerin
tecrit koşullarında tutulmaması için, haklar ve yükümlülükler yasal güvenceye bağlanmalıdır.
Esasen hükümet Avrupa Birliği ile ilişkilerinde, Ulusal Programı da açıklamış ve
cezaevleriyle ilgili değerlendirmede de bulunmuştur. Ulusal programın 2.1.14.
maddesinde hükümet, cezaevlerindeki tutukluluk koşulları ile ilgili olarak"
Cezaevleri, Avrupa Konseyi ve Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi'nin tavsiyeleri doğrultusunda,
BM Cezaevleri Asgari Standartları ile Avrupa Konseyi kurallarına uygun hale
getirilmektedir. Bu alanda kısa vadede, Terörle Mücadele kanunu değişiklik Tasarısının
yasalaştırılarak, bu suçlardan hükümlü bulunanların da açık görüş yapma ve işyurdu
çalışmalarına katılımlarına ilişkin hususlar gözden geçirilecektir."
demekte ve taahhütlerde bulunmaktadır. Kısa vade bu yılın sonuna değin geçecek süredir.
Ancak bu durum, tutuklu ve hükümlüleri " fiili tecrit sisteminde " tutmak için
bir gerekçe olamaz. Fiili tecrit sistemi uygulamak suretiyle sürekli olarak tutuklu ve hükümlülerin
insan hakları ihlal edilmektedir ve bunu sona erdirmenin bugün için tek yolu, açıkladığımız
gibi, 16. Maddenin sınırlamasını daraltıcı ve amaçsal yoruma tabi tutmak ve hemen
uygulamaktır.
İnsan Hakları Derneği