http://www.hucre-iskencedir.com/
HAKLAR VE ÖZGÜRLÜKLER PLATFORMU
HALKIMIZ, BÜTÜN DÜNYA; KATLİAMIN TANIKLARI GERÇEKLERİ AÇIKLIYOR
-1
25 Aralık 2000
Devlet katliamını gizleyemiyor. İşte Bayrampaşa'da yaşanan katliamı sağ
kurtulabilen tutsakların anlatımlarından aynen aktarıyoruz. Herkes görsün, herkes
duysun, "hayat kurtarma operasyonu" yapanların nasıl bir katliam
yaptıklarına herkes tanık olsun;
AYLA ÖZCAN
(1. ölüm orucu ekibinden, halen ölüm orucunda)
19 Aralık sabaha karşı 05:00 sıralarında uyurken bir patlama sesiyle uyandık. Bir
arkadaş, "arkadaşlar operasyon çekiyorlar" diye bağırdı. Hepimiz alelacele
üzerlerimizi giydik. Camdan baktığımda çatılarda özel askeri birliklerin olduğunu
gördüm. Gaz maskeleri takmış, uzun namlulu silahlarını koğuşa doğru
çevirmişlerdi. Daha üzerimizi bile giymeden ateş ettiler, hepimiz kendimizi yerlere
attık. Bulabildiğimiz tüm havluları elimize alıp ıslattık. Ardından yukarıdan
çeşitli yerlerden tavanı delmeye başladılar. Bu sırada sürekli küfür
ediyorlardı. "Sizi gebertmeye geldik" diyorlardı. Tavanı delmeye devam
ediyorlardı. Dışarıdan da çatıdan sürekli ses bombası atıyorlardı. Tavanda
birkaç delik açtıktan sonra bu deliklerden bombardıman halinde sürekli gaz bombası
atmaya başladılar. Biz boğulacak gibi oluyor, nefes alamıyorduk. Bu yüzden bir
taraftan ıslattığımız havluları gazın etkisini geçirmek için yüzümüze
tutarken, bir taraftan da koğuşumuzun camlarını kırarak hava girmesini sağlamaya
çalışıyorduk. Gaz bombaları ardı ardına devam ediyordu. Biz koğuş ortasından
camların kenarına geçtik rahat nefes alabilmek için. Arkadaşlarımızın bazıları
içerideki gazın etkisiyle fenalaşmaya başladılar. Bir taraftan, katliam yapmak için
gelenler bir taraftan da bize sürekli megafonla bağırıyorlardı; "Teslim olun.
Teslim olmazsanız hepinizi geberteceğiz." Biz ise buna marşlarımız,
sloganlarımız ve tililerimizle cevap veriyorduk. Saat 12'ye kadar sürekli gaz bombası,
sinir bombası altında kaldık. Yaklaşık 700-1000 arasında bomba atıldı üzerimize.
Bizim elimizde ise hiçbir şey yoktu. Onlara en güzel cevabımız sloganlarımız ve
marşlarımız oluyordu. Bunun karşısında onlar rezilleştikçe rezilleşiyordu.
Bombaları atmaya devam ediyor, küfür ediyor, pencerelere çatılardan ateş
açıyorlardı. Koğuşun tavanını 10 yerden deldiler ve buralardan sürekli bombalarla
şok saldırılar düzenlediler. Bizim sloganlarımız ve marşlarımız devam ettikçe
onlar da bize bomba atmaya devam ediyorlardı. Bu arada bombalar üzerimize düşmeye ve
yakmaya başlıyordu. Onu söndürelim derken gaz yutuyorduk. Bu arada timler çatıdan
ipler atarak havalandırmaya inmeye çalıştılar ama başaramadılar. Çatılardan
sürekli ses bombası atıyor, ateş ediyorlardı. Ben ölüm orucu savaşçısı olduğum
için arkadaşlar beni korumaya çalışıyorlardı. Sinir gazından kaynaklı çoğumuzun
nefesi kesildi, kendimizi kaybettik. Bir taraftan koğuş da yanmaya başlamıştı. Biz
kendimizde olanlar marşlarımızı söylemeye devam ediyor, sloganlarımızı atıyorduk.
Yangın koğuşa iyice yayılıyordu. Bunun üzerine hızla kapıya yöneldik. Dışarı
çıkmalıydık. Kapı önce açılmadı. Her taraf dumandan kapkara ve ateş içindeydi.
Kapıya hızla giderken içerdeki gazın etkisiyle kapıya yakın yerde düşenlerimiz
oldu. Ben de düştüm, üzerime birkaç yoldaşım daha düştü. Benim nefesim
kesilmişti. Nefes alamıyordum. İçerisi çok sıcaktı ateşin etkisiyle. Bir ara
nefesimi düzenlediğimde zar zor ayağa kalkabildim. Birkaç adım daha atabildim. Sonra
ise bir yoldaşım beni hızla kapıya doğru itti. Tam kapının arası cehennem gibi
sıcaktı. Dumandan göz gözü görmüyordu. Her iki taraftan ateş çevrelemişti bizi.
İtilip dışarı çıktığımı hatırlıyorum. Yüzüme havanın çarpmasıyla nefes
almak için zorladım kendimi. Merdivenlerden aşağı zorla inerken bacaklarım
tutmuyordu. Birçok yoldaşım bu haldeydi. Sinir gazının etkisiyle şok yaşıyorduk.
bazı şeyleri algılayamıyorduk. Alt kata indiğimde bazı yoldaşlarım üzerlerine su
döküyordu. Çoğumuzun saçları, elleri, sırtı, iyice yanmıştı. Sonra bir
yoldaşımız, ?yukarda yananlar var, ateşin içinden çıkamayanlar var" deyince
birçoğumuz hızla merdivenlere yöneldik. Ebru Dinçer'i her tarafı yanık bir şekilde
merdivende oturduğunu gördüm. Sesi zor çıkıyordu. Elleri, yüzü, saçları,
vücudunun büyük bir bölümü yanmıştı. Sonra Hacer Arıkan, Birsen Kars, Gülizar
Kesici yoldaşlarımız da zorla ateşin içinden çıkarıldı. İçeride kalan
yoldaşlarımız vardı daha. Gülser Tuzcu yoldaşımız kapının ağzında yanmaya
başlamıştı. Yoldaşlarımız, çıkarmak için uğraşmışlar ama
çıkaramıyorlardı.
Herkes oradan oraya koşturuyordu. En son iki yoldaşımız bir kez daha bakmak için
yanan koğuşun içine girdiler. Kimseyi bulamayıp döndüklerinde onlarında yüzleri,
saçları ve elleri yanmıştı. Aşağı indiğimizde Nilüfer, Seyhan, Özlem, Şefinur,
Ölüm Orucu 1. ekibinden Gülseren Öztürk'ün olmadığını gördük. Onlar alev alev
yanan koğuşun içinde kalmışlardı. Yoldaşlarımız diri diri yanarken katliamcılar
çatıdan kamerayla eserlerini seyrediyorlardı zevkle. Ellerinde ise itfaiyenin su
hortumları vardı ama yanan koğuşa sıkmıyorlardı. Bir süre sonra alt koğuştan
topluca havalandırmaya çıktık. Havalandırmada halaya durduk. Halay çekiyorduk en
güzel cevabı veriyorduk onlara; "Bizi teslim alamadınız. Yenilen siz
oldunuz" Halayımız bittikten sonra C-2'nin alt koğuşuna girdik. Bu arada
katliamcılar da demir kapıyı kesip içeriye girmeye çalışıyorlardı. Tekrar içeri
gaz bombası atmaya ve "teslim olun" diyerek küfretmeye başladılar. Biz
yanık yarası olan arkadaşların üzerine su dökmeye çalışıyorduk. Gaz
bombalarının etkisi fazlalaşınca tekrar havalandırmaya çıktık. Bu sefer
havalandırmada bizi bomba yağmuruna tuttular. Özellikle üzerimize üzerimize
atıyorlardı bombaları. Bu böyle bir süre devam ettikten sonra bu sefer de itfaiye
hortumlarıyla üzerimize tazyikli su sıkmaya başladılar. Hepimiz küme küme korunmak
için çabalıyorduk. Yanık olan arkadaşlarımızı ortamıza alarak korumaya
çalıştık. Ama o tazyikli suyun altında koruyamıyorduk. Bir grup arkadaş, yaralı
arkadaşları alarak tekrar koğuşun altına girdiler. Oraya da bombalar atıldı. Bu
sırada kapıyı kesmişler. Katliamcılar tek tek içeriye girmeye başlamıştı. Bu
sırada saat 2 civarıydı artık. Bu arada yaralı arkadaşlar koğuştan çıkmaya
çalışırken, katliamcılar onların üzerine silahlarını doğrultmuş ateş
ediyorlardı uzun namlulu silahlarıyla. Arkadaşlarımız havalandırmaya çıktığında
tazyikli su altında bizim yanımıza zorla ulaşabildiler. Biz havalandırmanın
orasında toplanarak birbirimize kenetlendik. Katliamcılar önce koğuşlara girerek
silahlarını bize camlardan doğrulttular. Bir kısmı da karşımızda hala
yaklaşamıyorlardı. Bize işaret parmaklarıyla işaret ederek "tek tek gelin,
teslim olun" diyorlardı. Biz teslim olmayacağımızı, gelip kendilerinin çok
istiyorlarsa almalarını söyledik. Gelemiyorlardı. Biz sürekli bağırıyorduk.
"İnsanlarımızı diri diri yaktınız. Bunun hesabını vereceksiniz. Halka hesap
vereceksiniz" diye bağırıyorduk. Yavaş yavaş bize yaklaşmaya başladılar. Tek
tek koparmaya çalıştılar. Zorla yerlerde sürükleyip bizi koridora çıkardılar.
Oradan ise bizi döverek büyük bir salona götürdüler. Erkek yoldaşlarımızın
direnişi hala sürüyordu. Bizi daha sonra tek tek hastanelere götürdüler. Burada da
üst araması yaptırmadığımız için dövüldük. Bana ve diğer ölüm orucu
savaşçısı Suna Ökmen'e tedavi kabul edip etmediğimizi sordular. Bizde "hayır
etmiyoruz. Ölüm Orucu'na devam ediyoruz" dedik. Ondan sonra bizi alıp tekrar aynı
salona getirdiler. Bir süre sonra ise 14 kişiyi küçük bir ring arabasına koyarak
saatlerce üzerimiz tepeden tırnağa ıslak bir şekilde beklettiler. Hepimiz tir tir
titriyorduk. Tuvaleti su ihtiyaçlarımızı karşılamadılar. Bize olduğunuz yere
yapın diyorlardı. Böyle saatlerce bekledikten sonra Bakırköy Tutukevi'ne getirdiler.
Bütün bunlar olurken sürekli kameraya çekmeye devam ediyorlardı.
FİLİZ GENCER
19 Aralık Salı günü, sabah saat 5.00'de üst koridordaki koşma sesleri ile
operasyonun başladığını anladık. O sırada ben koğuşta nöbetçiydim. Koridorda en
son Birol'la görüştüm. Bu operasyon haber verelim diyerek içeri girdim. Birol,
olmayabilir biraz bekleyelim derken ön kapıdan da sesler gelmeye başlamıştı.
Sanıyorum o da koşarak koğuşa gitti. İlk uyarımızla birlikte bütün arkadaşlar
ayağa kalktı, hazırlıklara başladı. Biz, alt barikat ekibini toparlayıp alt
barikatı kurduk. Bu sırada karşı koğuştaki diğer siyasetlerde barikatlarını
kurmaya başladı. PKK'lilerin koğuşundan duvara vurma sesleri duyduk. Kırıyorlar diye
düşündük. Aynı şekilde üst koridor kapısına vurmaya başladılar. Üst koridor
mazgallarını patlatıp her mazgala bir makinalı tüfek yerleştirildiğini gördük.
Çatıdaki ekip tam karşımızda değil, yan tarafta konumlanmış ve bombaları daha
çok onlar atıyordu. Makinali tüfeklerle de ateş edildi. Bunun üzerine pencerelerin
altına yerleştik. Koğuşumuzdaki Ölüm Orucu savaşçılarını bir araya toplayarak
onları güvenli bir yerde tutmaya çalıştık. Islak havlular vb. ile gaz bombalarının
etkisinden korunmaya çalıştık. Fakat ilk bombalarla nefesimiz kesilecek gibi oldu,
kusma vb. oldu. Hepimiz camların önüne geçip camları kırmaya başladık. Zamanla bu
bombalara karşı bağışıklığımız arttı. Ya da bana öyle geldi. Sarı bir gaz
yayıyordu bu bombalar. Tuttuğumuzu dışarı attık. Arada patlamamış bombalarda
atılıyordu. Bir süre sonra tavanı delmeye başladılar. Deldikleri yerden üst üste
bombalar atıldı. Delinen bölgeden uzaklaşarak korunmaya çalıştık. Yatak, yastık,
vb. herşeyi ıslatıp kullanarak bombaları etkisizleştirmeye çalıştık. Deliklerden
demir kafesler sarkıtıp bombayı bunun içinde yakmaya başladılar. Böylece bizim
dışarı atmamızı engellemeyi planlamış olmalılar. Ama bir yandan da hem koğuş
mazgallarını açtılar, hem de çatıdan ateş etmeye devam ettiler. Artık bombaların
sayasını hatırlayamıyorum, ulaşabildiğimizi dışarı attık. Bir ara değişik bir
bomba atıldı. Sanıyorum mavi renkliydi. Uzun bir bomba. Bunun etkisini engellemek
mümkün değildi. Solunum duruyor, kasılıyorsun. Sonra bütün iç organların
patlıyormuş gibi bir acı veriyor. Bu bomba hepimizi bayılttı. Sonra tekrar kalktık.
Cam kenarında olduğumuzu bildikleri için bu hatta yanlış hatırlamıyorsam 7-8 delik
açıldı. Diğer yandan sürekli taciz edici konuşmalar, küfürler savuruyorlardı. Biz
açıklamamızı yaparak, içeri girdikleri taktirde kendimizi yakacağımızı söyledik.
Bu açıklamayı, Suna yaptı. Cevapları laubali, dalga geçer tarzdaydı. "Hadi
yakın görelim" vs. vs. slogan attık. Tekrar bomba sağanağı başladı. Yine şok
eden gaz bombasından atıldı. Bu kez insan çıldırıyormuş gibi oluyor. Ben yere
düştüm. Kafamı yana çevirdiğimde bir arkadaşın saçlarını yolarak
bağırdığını gördüm. Yine koğuşun içinden "ölüyoruz" diye
bağırmalar geliyordu. "Halkımız için ölüyoruz" diye haykırdık. Yine
sarı duman yayan gaz bombası ve yangın bombaları atılmaya başladı. Arka ranzalar
yanıyordu. Mazgallardan da alev fışkırtıyorlardı. Birbirimizi kaldırmaya
çalıştık. Arka tarafı boşaltmaya başladık. Nilüfer, Seyhan, Özlem de baygın
olanlar içindeydi. Seyhan'ı kaldırdım. Kendine geldi. Öne doğru çıkıp kapıyı
açmalarını, koğuşu boşaltacağımızı söyledik. Bir kaç arkadaş kapıya gitti.
Kapıyı açamıyorlardı. Bende yanlarına gidip ittim. Çok az bir aralık açabildik.
Her yer sıcaktı, dokunmak bile yakıyordu. Sonra yukarıdan tekrar sesler gelmeye
başladı. "Yanıyorlar, yanıyorlar" diye bağırıyorlardı. Birsen, Gülizar
kafaları yanmış bir şekilde merdivenden indirdiler, onları çeşmeye götürüp suya
soktuk. Bu sırada havalandırma kapısını açtık. Arkadaşları dışarı çıkardık.
Dışarıda Hacer'i yere yatırmış üzerine su döküyordu arkadaşlar. Neredeyse beline
kadar yanıktı. Üst kat tamamen yanıyor ve artık merdiven başına çıkmak bile
mümkün olmuyordu. Birçok arkadaşımız çeşitli yerlerinden yandılar. Özellikle
başları yanmıştı. Bunun bir nedeni mazgaldan, kapının önüne gelen yere alev
püskürtülmesi. Birçok arkadaş burada kapıya yakın yerde yanıyor. Yine duman
nedeniyle fenalaşıp düşenler kapıyı tıkıyor. Karşı koğuştan izleyen diğer
gruplardan, Şefinur'un zafer işareti yaptığını görmüşler. Yine Seyhan camdan el
sallamış, Nilüfer ve Özlem bayılmış olmalı, Gülseren de. Havalandırmaya
çıktık. Arkadaşların yardımıyla havalandırma duvarına yaslandım. Yukarıdan hala
bizi izliyorlar ve "teslim olun" diyorlardı. Bunun üzerine slogan attık
"Devrim şehitleri ölümsüzdür" diye ve halay çektik. Tekrar bomba atmaya
başladılar. Yaralı arkadaşlarımızı içeri, karşı koğuşa aldık. Kapıdan yine
teslim olun diyorlardı. "Bakın erkek arkadaşlarınız teslim oldu isterseniz
görüşün" dediler. Diğer gruplardan Muharrem'di herhalde geldi. Koğuşlarının
yandığını, bu nedenle koğuşu boşalttıklarını söyledi. Biz "teslim
olmadık" vb. dedi. Bunun üzerine tekrar "teslim olun, bir şey
yapmayacağız" vb. dediler. Kabul etmedik. Kapıya kesmeye başladılar. Aynı
zamanda da bomba atıyorlardı. Tekrar havalandırmaya çıktık. Bombalar devam etti.
Sonra da su sıkılmaya başladı. Suyu bırakıp bomba attılar. Sonra tekrar su. En az 2
saatte böyle geçti. Kol kola girdik. Teslim olun demeye devam ediyorlardı. Hayır deyip
sloganlarımızı attık. Katlettikleri insanlarımızın hesabını soracağımızı
söyledik. Sanıyorum bu arada video çekimi de yapılıyormuş. Benim gözlerim kötü
olduğu için bu ayrıntıları göremedim. Bir ara kafamı çevirdim. Koğuşumuz
kapkaraydı. Her şey yanmış, içerden hala duman çıkıyordu. Askerler bir adım ileri
bir adım geri atıyor tek tek gelin diyorlardı. Kabul etmedik. Toplu yürümeye
başladık. Bu kez tekrar üzerimize saldırıp bizleri tek tek koparıp aldılar. Beni
götüren asker bir yandan sürüklüyor bir yandan da ağlamaklı bir sesle konuşuyordu.
Tam anlayamadım ama "bizi bu köpeklere söyletiyorsunuz" gibi bir şey
söylüyordu. En son bırakırken de "tedavini yaptır Hz.Ali seninle olsun"
deyip gitti. Hepimizi askerlerin lojmanına getirdiler. Etrafımız yine sarılıyordu.
Katliamı, vahşetlerini söylediğimizde, "biz yapmadık, siz kendiniz
yaktınız" vb. diyorlardı. Hastaneye ambulansla gittik. Bizi getirenler
"Yarın gidip kol, bacaklarınızı toplayacağız" dediler.
SUNA ÖKMEN
(1. ölüm orucu ekibinden, halen ölüm orucunda)
19 Aralık sabaha karşı 5.00 sıralarında uyurken, çatıdaki gürültülerle uyandık.
Bir yandan mazgallar deliniyor, parçalanıyor, diğer yandan bomba sesleri geliyordu.
Koğuşta bulunan 27 insan daha henüz uyku sersemliğini atmadan, yoğun sis ve ses
bombası saldırısına uğradı. Camlara yaklaşıp nefes almamızı engellemek için
koğuşu tarıyorlardı. Biraz olsun nefes alabilmek için bütün camları açtık ve
kırdık. Kısa bir süre sonra koğuşun tavanının delmeye başladılar. Küfürlerle
bizi taciz edip, diğer yandan da üzerimize gaz bombaları atıyorlardı. Tavanın her
yanı delik deşik olmuştu. Koğuş mazgalları parçalanıp, çıkarıldı. Karşı
koğuşun mazgallarına keskin nişancılar yerleştirildi. Delinen tavandan aletlerle
çeşitli gaz bombaları çok yoğun bir biçimde atıldı. MKE damgalı gaz
bombalarının kimisi nefesimizi keserken, kimisi sinir sistemini etkileyerek vücut
hareketlerini dengesizleştiriyordu. Diğer yandan, iki dakika ara veriyorlardı ve
açılan deliklerden sürekli taciz ediyorlardı. "Hepinizi öldüreceğiz"
diyorlardı. "Boşuna direnmeyin, tek tek teslim olun, teslim olmazsanız
öldüreceğiz sizi" diyorlardı. Elimizde onlara karşı kendimizi savunacak
herhangi bir şey yoktu. Saatler ilerledikçe saldırı daha da yoğunlaştı. Tamamen
katletmeye gelmişlerdi. Sabah gün ışıdığında saldırı daha da yoğunlaştı.
İplerle çatılardan havalandırmaya inmeye çalıştılar, sonra vazgeçtiler. Bunun
üzerine gaz ve sinir bombasının dozunu daha da artırdılar ve 5-6 kez çok
saldırılar düzenlediler. Ben ölüm oruççusu olduğum için arkadaşlarım
tarafından sürekli korunuyordum. Arkadaşlarım sırf bize zarar gelmesin diye
yüzlerindeki havluları, üzerlerindeki giysileri gazdan korunmak için biz everdiler. Ve
birçok arkadaş bu yüzden gazdan etkilendi ve bayıldı. Gazlardan nasıl
çırpındıklarını gözlerimle gördüm. Bir yandan dürbünle izliyorlar, bir yandanda
kamerayla yerimizi tesbit edip tavandakilere bildiriyorlardı. Tavanda delik açılmayan
yer kalmadı, nereye çekildiysek oradan delik açıp gaz bombaları attılar. Hepimiz cam
kenarlarına çekildik. Oraya da ses bombaları atmaya ve kurşunlamaya başladılar. Üst
üste birer dakika arayla 3 kere şok gaz bombası atmaya başladılar. Bir kez daha
anladık ki, hepimizi katledeceklerdi.
Ölüm oruççuları olarak ben, Gülseren Yazgül Öztürk ve Ayla Özcan eğer içeri
girerlerse kendimizi yakacağımızı söyledik. Ölüm Orucu'nu gönüllü
yaptığımızı, kimsenin bizi zorlamadığını, onları bizim çağırmadığımızı,
defolup gitmelerini söyledik. Bunun üzerine saat öğlen 11.30, 12.00 arası yoğun bir
gaz bombasının ardından yangın bombaları atarak, koğuşu bir anda yakmaya
başladılar. Yangın aniden bütün koğuşa yayıldı. Ranzalar bütün eşyalar birden
yanmaya başladı. Ve insanlar gaz bombaları ve dumandan nefes alamaz hale geldiler.
İçerisi fırın gibiydi. Saçlarımız tutuşmaya başlamıştı. Kapıya da barikat
kurduğumuz için dışarı ilk anda çıkamadık. Kapı zorlanarak açıldı. Ama alevler
geçmemize izin vermiyordu. Ayakta olan arkadaşların zorlamasıyla, bir çoğumuz
sürüklenerek koğuştan çıkarıldık. Ellerinde itfaiye hortumları vardı, isteseler
yangını söndürebilirlerdi, seyrettiler. Koğuşun yemekhanesine indik. Ama hala
içeride olan, koğuşta kalan birsürü arkadaşımız vardı. 12 arkadaşımızı
kurtarabildik. 6 arkadaşımız dumandan boğularak ve yanarak yaşamlarını yitirdiler.
Askerler, jandarma bu tabloyu çatılardan kahkahalar atarak izliyorlardı. İçerideki
insanlarımızın öldüğünden emin olduktan sonra göstermelik bir şekilde koğuşa su
sıkıldı. Biz içeride yaralılarımızı tedavi etmeye çalışırken bu kez de
bulunduğumuz yere gaz bombaları atıldı. Yaralılarımızla birlikte havalandırmaya
çıktık. Mazgallardan, çatıdan namlularını bize doğrultmuş gülüyorlardı. Biz de
halay çektik ve hep birlikte seslendik, "6 insanımızı yaktınız, şimdi de bizi
tarayın" Bir ara koğuşa dönüp baktığımda, koğuştan hala simsiyah dumanlar
çıkıyordu ve demir parmaklıklar dışarıya doğru yamulmuştu. Karşımızdaki
koğuştaki arkadaşlarda dışarı, havalandırmaya çıktılar. Yaralılarımızı
tedavi etmek için gardiyan odasına toplandık. Malta kapısından sürekli taciz
ediyorlardı. "Teslim olun" diyorlardı. Kapıyı kesmeye başladılar ve
içeriye tekrar gaz bombası attılar. Tekrar havalandırmaya çıkmak durumunda kaldık.
Her iki taraftan itfaiye hortumuyla tazyikli suyla iki saat boyunca ıslatıldık. Yanık
olan arkadaşlarımızın derileri tamamen döküldü. Üzerlerinde kıyafet dahi yokken,
yanık bölgelerine tazyikli su sıkıldı. Hala bağırıyorlardı "Teslim
olun" diye. Teslim olmayacağımızı söylediğimizde ise yeniden gaz bombası ve
sinir gazı saldırısına başladılar. Hepimiz açıktaydık. Bombalar ayaklarımızın
altında, sırtımızda patlıyordu. Kendimizi koruyacak hiçbir şeyimiz yoktu. Yanık
yarası olan arkadaşlarımızı ortamıza alarak, tazyikli sudan ve gaz bombalarından
korumaya çalıştık, ama hiçbir etkisi olmuyordu. Arkadaşların bilinçleri kapanmaya
başlamıştı. Yaşadığımız vahşeti anlatmaya söz bulamıyorum. Bir grup arkadaş
yaralıları alarak tekrar koğuşa girdi. Onlara koğuşta tekrar gaz bombası
saldırısı başladı. Biz de havalandırmanın köşesindeydik. Kurşunlarla taciz
etmeye başladılar. Yavaş yavaş koğuşlara girmeye başlamışlardı. Gaz bombasından
dolayı tekrar havalandırmaya çıkan arkadaşlar kapının önünde toplu halde
dururlarken, üzerlerine jandarma tarafından çatıdan, taş, gaz bombası atıldı.
Koğuştayken, gaz bombası kolunda, patlayan bir arkadaşın yaralı olduğu bilindiği
halde üzerine tekrar gaz bombası atıldı. Bu arkadaşımızın adı Songül İnce'dir.
Şu anda Haseki Hastanesi'nde tedavi görmektedir. Yangın sırasında başı ve yüzü
yanan bir arkadaşımızın kafasına taş fırlatıldı. Ve havalandırmaya girmeye
çalışan asker tekrar "teslim mi oluyorsunuz" dediğinde,
"olmuyoruz" dedik. Bunun üzerine yeniden gaz bombaları atıldı.
Havalandırmaya, koğuşlara jandarma girmişti. Namlularını bize doğrultup, pazarlık
yapmaya çalıştılar. Hiçbir pazarlık yapmayacağımızı, katil olduklarını,
insanları diri diri yaktıklarını, katillere yaralılarımızı vermeyeceğimizi
söyledik. Tek tek alacaklarını söylediklerinde ise öyleyse kurşuna dizin dedik.
Etrafımızı sarıp, saldırdılar, birbirimizden koparmaya çalıştılar. Bizi
hapishanenin başka bölümlerine götürdüler. Tekme, tokat küfürlerle askeriyenin
yemekhanesinde topladılar. Saldırı hastanede de devam etti. Bakırköy Kadın ve Çocuk
Tutukevi'ne getirildik ve hücrelere konulduk. Şimdi tüm haklarımız gaspedilmiş bir
şekilde hücrelerde tutulmaktayız. Ölüm orucu eylemim devam ediyor. Ve burada, hücre
ve tecritte tutulan arkadaşlarımda Ölüm Orucuna başladılar.
FATMA GÜZEL
(2. Ölüm orucu ekibinden, halen ölüm orucunda)
19 Aralık sabah saat 05'te etrafımız kuşatılmış bir haldeydi, seslere uyandık. Biz
kalkar kalkmaz hareketliliğimizi fark ettiklerinde ateş,etmeye ve bombalar atmaya
başladılar. Daha sonra çatıları, koğuşun tavanını, mazgalları, bütün ranza
boşluklarını delerek, o deldikleri deliklerden her çeşit bomba attılar. Gaz
bombası, sis bombası, ses bombası, biber gazı, sinir gazı, yangın bombaları
attılar. Bombalarla bizi etkisiz hale getirerek hareket alanımızı daraltmaya
çalıştılar. Her atışta yüzlerce bomba atıyorlardı. Bombaların her atılışında
kendimizden geçiyorduk. Kendimize gelme fırsatı olmadan tekrar arka arkaya bombalar,
kurşunlar yağmur gibi yağıyordu. Bu tablo saat 12'ye kadar devam etti. O saatlerde
koğuşu ateşe verdiler. O anda hiçbir hareket edecek halimiz kalmamıştı. En son
kendimizi aşağı attık. Yemekhaneye indiğimizde yukarda kalan arkadaşları tekrar
kurtarmak için geri çıktık. Kurtarabildiklerimizi kurtardık. Kurtaramadıklarımız
yanarak şehit düştüler. Zaten kimin kaldığını bilmiyorduk. Dumanlardan kimse
kimseyi görmüyordu. Öleceksek havalandırmada toplu bir şekilde ölelim deyip toplu
bir şekilde havalandırmaya çıktık. Havalandırmada şehit düşen yoldaşların
isimlerini tek tek sayarak sloganlar attık. Halaya durduk. Bizler halay çekerken bir
taraftan tazyikli su, bir taraftan bombalar atmaya başladılar. Bir taraftan da çağrı
yapıyorlardı. "Teslim olun, yoksa hepinizi öldüreceğiz" Bizler de
"ölümden korksaydık ölüme yatmazdık" sözleriyle cevap verdik. Üzerimize
çullanarak sürükleyerek koridordan götürdüler. (Sonra hastaneye kadar olan
anlatımlar)
NURSEL DEMİRDÖĞÜCÜ
Gece 05.00 gibi yoğun sesler ve bir arkadaşımızın "operasyon var,
askerler girdi" sesiyle uyandım ve hemen kalkıp üzerimizi giydik. Pencereden
dışarı baktığımda havalandırma mazgalından ve çatılardan makinalı silahlı,
kasklı özel timleri gördüm. Aşağı yemekhaneden ancak birkaç bidon su alabilme
fırsatımız oldu. Yatakhane mazgalları açılıyor, tavandan matkaplarla delme
başladı. Çatılardan ve havalandırma mazgallarından bomba atışlarıyla beraber
teslim olun diye bağırıyorlardı. Yatakhanenin kapısına ancak iki dolap çekip
kapatabildik. Yatakhane mazgalları açıldı, çatılar delindi, yoğun gaz bombası
atıyorlardı. Islattığımız bez havlularla kendimizi korumaya çalıştık. Özellikle
Ölüm Orucu direnişçileri Gülseren Yazgül Güder, Suna Ökmen ve Ayla Özcan'ı bir
yatak bölmesine alıp ıslak battaniyeyle onları korumaya çalıştık. Ancak hem
çatıdan, hem mazgaldan, hem havalandırmadan çeşitli bombalar ve sürekli
makinalılarla tarıyorlardı. Ölüm Orucu direnişçilerini arada koruyamaz duruma
gelince camlarını kırdığımız duvar dibine aldık. Ben Nursel Demirdöğücü,
Seyhan Doğan, Mine Demirel, Şefinur Tezgel, Özlem Ercan atılan gaz bombalarını
camlarını kırdığımız pencerelerden sürekli atmaya çalışıyorduk. Bunu
gördükleri için ses bombası ve mermi.....(okunmuyor) 4-5 çeşit ses bombası, 4-5
çeşit gaz bombası atılıyordu. Özellikle belli aralıklarla sinir gazı
atıyorlardı. Ve hepimiz nefes alamaz halde kasılmalar, çırpınmalar, felç durumu
gibi oluyordu. Pek çok arkadaşımız baygınlık geçirdi. Sürekli gaz bombalarına
devam ederek direncimizi kırmaya çalıştılar. Teslim olun çağrılarına asla teslim
olmayız diye cevap verdik ve teslim ol demelerine karşı "Ölüm Hoş Geldi Sefa
Geldi" sloganlarını attık. Ben defalarca ayağa kalkıp "buradayım, ancak
cesedimi, ölü bedenimi alabilirsiniz. Hadi cesaretiniz varsa vurun, öldürün. Biz
ölümü çoktan göze aldık" tarzında konuştum. Pek çok arkadaşım aynı
şekilde konuştu. Buna karşılık "yaşamak güzel neden teslim olmuyorsunuz?"
diyorlardı. "Onursuzca, namusuma ve inancıma ihanet eden bir beyinle yaşamaktansa,
onurlu bir ölüm bin kez de olsa ölürüm" gibi sözleri ben ve pek çok
arkadaşımız sürekli haykırıyorduk. Bunun üzerine "orospular, sizleri tek tek
öldüreceğiz, hiçbiriniz sağ çıkamayacaksınız buradan..." vb. sözlerle,
ahlaksız hareketlerle taciz etmeye çalıştılar. Bizler "katiller, manukyanın
çocukları, ABD'nin uşakları can istiyorsanız can, kan istiyorsanız kan ama asla bizi
teslim alamayacaksınız. Bedenlerimiz ve beynimiz sizin tüm silahlarınızdan daha
güçlüdür. Korkaksınız. Katil uşaklarsınız. Hani size emir verenler. Ecevit
gelsin, Mesut Yılmaz gelsin, Devlet Bahçeli gelsin, Hikmet Sami Türk gelsin. Onlar
gelmez..." diye cevaplar verdik. Marşlar söyledik, yürü bildiğin yolda,
ölümden öte ne var, Gün doğdu hep uyandık marşlarını, cesaretiniz varsa gelin,
bize ölüm yok marşlarını nefeslerimizi toparlayabildiğimiz sürece söyledik. Mecit,
İsmet Kavaklıoğlu komutanlarımız bize yol gösteriyor sloganlarını attık. Özgül
Dede ve Seyhan Doğan "arınıyoruz yoldaşlar" diye haykırdılar. Sürekli
tilililer çekiyorduk. Bomba ve mermi yağmuru altında sürekli inancımızı ve asla
teslim olmayacağımızı ifade eden konuşmalar yaptık, marşlar söyledik, sloganlar
attık. Defalarca sinir gazı attılar ve 5-6 kez bayılacak duruma geldik, kendimizden
geçtik. Ağzımıza kapattığımız ıslak havlular da artık gaz olmuştu, tek
korunduğumuz bu bezlerde işe yaramıyordu artık. Atılan bombalardan yataklar
yanıyordu, ıslak battaniye ve yastıklarla onları söndürmeye çalıştık. Saat
öğlen 12.00-12.30 gibi olduğunda direnişimizi kıramayacaklarını, bizi yatakhaneden
çıkaramayacaklarını ve birbirimizden koparamayacaklarını anladıklarında sinir
gazını yoğun bir şekilde attılar. Ardından yangın bombaları atılmaya başladı.
Yataklar, çamaşırlar, ranza tahtaları tutuştu. Sinir gazı ve yangınla birlikte
yatakhanede kalamayacağımızı görünce kapıdaki dolabı bizzat ben açtım. Dolap
ateş gibiydi. Arkadaşlarıma yemekhaneye çıkıyoruz diye haykırdık. Göz gözü
görmüyor ve hemen hepimiz bayılacak durumda çıkmaya başladık. Yangın tüm koğuşu
sarmıştı. Yatakhanenin pima pen ve tahta pervazları da yanmaya başlayınca, yatakhane
alev topu olmuştu. Hiç kimseyi göremiyordum. Ancak kapının önüne kadar gelebilen
ama orada bayılan arkadaşlar üst üste yığılmıştı. Bizzat ben Birsen Kars,
Gülizar Kesici ve şu anda hatırlayamadığım iki arkadaşı yangının içinden
sürükleyerek çıkardım. Merdivenlerden baygın durumda oldukları ve gücüm
yetmediği için sürükleyerek, hatta kafaları merdivene çarparak indirebildim. Gülser
Tuzcu kapının kenarında duran dolaplara sıkışmış ve kafasına ya bomba ya da mermi
aldığı için ölü bir şekilde sıkışmıştı. Defalarca onu kurtarmaya
çalıştım. Sıkıştığı için çıkarmaya gücüm yetmedi. Birkaç arkadaş daha
geldi ancak yine de çıkaramadık, zaten yanıyordu. Koğuşun tümünü alevler
sardığı için Gülseren Yazgül Güder, Şefinur Tezgel, Nilüfer Alcan, Özlem Ercan,
Seyhan arkadaşları göremiyorduk. Zaten dışarıda kimler içeride kaldı bilmiyorduk.
Sürekli bağırdık, seslendik bir ses alamadık. Yatakhaneden yemekhaneye indikten sonra
yeniden arkadaşlara sular döktük, silverdin krem sürmeye çalıştık. Ancak
yemekhaneye de gazla beraber ses bombaları ve mermi yağmuru devam etti. Camları
kırdık. Ancak sinir gazını sürekli kullandıkları için yemekhanede de kalacak
durumumuz kalmadı.
Havalandırmaya çıktık. Bomba ve kurşun bombardımanı devam etti. Gardiyanların
küçük avlusuna girdik. Bu kez orayı bombalamaya başladılar. Bu süre zarfında daha
fazla sinir gazı, vb. gazlar kullanıyorlardı. Girdiğimiz hiçbir yerde duramıyorduk.
Havalandırmaya çıktık tekrar. Karşılıklı iki taraflı itfaiye hortumlarıyla
basınçlı su tutmaya başladılar. Basınçlı suyu koğuşlardaki yangına
kullanmayanlara bizleri bu kez basınçlı suyla ve sürekli atılan bombalarla etkisiz
kılmaya çalıştılar. Havalandırmadaki bu saldırı ne kadar sürdü hatırlamıyorum.
Ama havalandırmaya çıktığımızda İdil'in türküsü olan Mitralyözle halay
çektik. Sürekli ölüm hoş geldi sefa geldi, Asla Teslim Alamayacaksınız, Siz bizim
nerede teslim olduğumuzu gördünüz, sloganlarını attık. Yanmış yoldaşlarımızı
korumaya çalıştık. Ayakta tek başına durabilen her arkadaş "Vurun, öldürün
ne bekliyorsunuz. Ancak ölü bedenlerimizi alacaksınız" diye haykırdık. Bizim
kaldığımız koğuş (Bayrampaşa DHKP-C bayanlar koğuşu-bn) halen yanıyordu. Pencere
demirleri eriyordu. Bizim koğuşun yemekhanesinde ve C-2 koğuşun üst ve alt katlarına
makinalı özel timler yerleşti. 100 kadar silahlı özel tim kalkanlarıyla
havalandırmanın girişine yığıldı. Çatılarda ve tüm mazgallar, ayrıca delinen
çatı aralarında silahlar üzerimize doğrultulmuş halde sarıldık. Arada ateş
ediyorlar ve sürekli "elleriniz havada tek tek teslim olun" diye
bağırıyorlardı. Ne kadar sürdü bilmiyorum, hatırlamıyorum. En son kol kola hepimiz
havalandırmanın dibindeyken saldırıp tek tek kopararak sürükleyip, döverek taciz
ederek askerlerin kullanıldığı yemekhane gibi bir yere götürdüler. Sloganlarımıza
devam ettik. "Devrimci tutsakları teslim alamazsınız,hücrelere
girmeyeceğiz" sloganlarını attık. Askerlerin kullandıkları yerde bizleri duvar
dibine, arkamız dönük durmamız için tartakladılar. Birbirimizden ayırmaya
çalıştılar yine. Ama hiçbirini yapmadık. "Koğuşlarımızda öldüremediniz
buyurun burada öldürün. Hiçbir yaptırımınıza uymayacağız" dedik. İki
bayana zorla arama yaptırıp hastaneye götürdüler. Yanık olan arkadaşlar hastanede
kaldı. Bizleri tekrar aynı yere getirdiler, hastaneye götürüp getirirken ringde
sloganlarımızı attık. "Yaşasın Sağmalcılar direnişimiz, yaşasın Ölüm
Orucu, Kahramanlar Ölmez, Halk Yenilmez" Ayrıca "Gülseren, Nilüfer, Seyhan,
Özlem, Gülser, Şefinur yoldaşlar ölümsüzdür" sloganımızı sürekli attık.
Hastaneden getirildikten sonra askeriyenin yerinde kayıtları yapılan ringlere
bindirildik. Sırılsıklamdık. Erkek yoldaşlarımızın (sanırım) direnişi yani
operasyonu bitirene kadar bizi ringde beklettiler. Bizleri Bakırköy kadın ve çocuk
Hapishanesine getirdiler. Sürekli kameraya çekiyorlardı. "Çekin yaptığınız
katliamları çekin" dediğimizde bizlere saldırdılar. Kayıt işlemleri yapıldı
ayakkabı aratması dayatıldı. Arattırmadığım için askerler sürükleyerek ringe
aldılar ve saldırarak ayakkabılarımı çıkardılar. Getirip gardiyanlara teslim
ettiler. Hepimizi tek tek hücrelere koyuyorlardı. Ben hücrelere girmemek için bunca
can verdik. "Girmiyorum, ölürüm ama hücreye girmem, arkadaşlarımın yanında
olacağım" dedim. "Eğer hücreye koyarsanız ben ve tüm arkadaşlar su şeker
de almayacağız" diyerek tartıştık. Sonra tüm arkadaşları koydukları yerden
çıkarıp bizi başka bölüme aldılar, ikişer kişilik hücrelere konulduk. İlk
gecemiz bu şekilde geçti. Sabah müdür geldi. Bu şekilde kalmayacağımızı,
kapılarımızın açık kalması gerektiğini ve diğer taleplerimizi bildirdik. Müdür
iki kişi kalacaksınız, kapılarınız kapalı kalacak, havalandırmaya dörder kişi
çıkacak, aile ziyaretine tek avukata tek tek çıkacağımızı söyledi. Bu hücre
tecrit uygulamasıdır. Ölüm orucundayız. 60'lı günlere gelen Ölüm Orucunda
yoldaşlarımız var. Bu uygulama olursa su, şeker ve tuz alımını keseriz, altı
kadın yoldaşımızı yakarak katlettiler. Şu anda tüm hapishanelerde katliam var. Biz
hücrelere girmemek için can verdik, daha gerekiyorsa veririz dedik. Müdür çıktı,
akşam tekrar geldi. Kaldığımız hücrelerin kapısının açık kalacağını,
havalandırmaya toplu çıkabileceğimizi, ziyarete ve avukata da ihtiyaç olduğunda
duruma göre bir iki kişi birlikte çıkabilir şeklinde konuştu. diğer taleplerimizin
muhatabı devlettir, adalet bakanıdır dedik. Ve DHKP-C'li 9 tutsak olarak Ölüm
Orucunda olduğumuzu belirttik. Şu anda televizyon özellikle verilmiyor. Ailelerimizin
getirdiği radyo alınmadı. Tüm kamuoyuna duyuruyoruz ki hücre-tecrit uygulaması son
bulmadığı,katliamların sorumluları hesap vermeden, tüm hapishanelerdeki
yoldaşlarımızın akibeti açıklanmadan yapmakta olduğum ölüm Orucunu hiçbir güç
engel olamayacak, müdahale edemeyecek. Ayrıca ben Nursel Demirdöğücü, '96 Ölüm
Orucu direnişçisi olarak birkez daha belirtiyorum. Yukarıda belirttiğim taleplerim
yerine getirilmeden '96 Ölüm Orucunda ki kararlılığım ve inancımla ölümü bir
onur namus olarak karşılayacağım. Şehit düşen kahraman yoldaşlarım gibi ben de
ölümü gülerek karşılayacağım.
HAMİDE ÖZTÜRK
19 Aralık günü sabah saat 05.00'te Sağmalcılar Duvarları delmeye
çalışırlarken hepimizin kalktığını görünce ateş etmeye başladılar.
Arkasından yoğun bombardımana tuttular. Sis, ses bombası, sinir gazı, biber gazı
attılar. biz onlara sürekli sloganlarımızla ve zılgıtlarımızla cevap veriyorduk.
Onlar bize sürekli "Teslim olun yoksa hepinizi öldüreceğiz" dediler. Zaten
çatışma başladığında biz yatakhanedeydik. Tavanı delmeye başladılar. Tavan
deliklerinden, mazgallarından, çatıdan, havalandırmaya bakan mazgallardan bize
sürekli ateş ediyorlardı. Bombaları silahlarla sıktılar. Tavanı deldiklerinde
çekildiğimiz her yöne doğru tavanı milim milim delmeye devam ederek bomba
atıyorlardı. Özellikle ranza boşlukları ve tavanın her tarafını deldiler. Bombalar
kafamıza sırtımızı ve ayaklarımıza geliyordu. Yüzümüzü ıslak havlularla
kapatıp birbirimizin üzerine siper olmaya çalıştık. Özellikle Ölüm Orucu
direnişçilerini korumaya çalıştık. Onları ne tarafa çektiysek herkesin üzerine
bomba atıyorlardı. Bu şekilde öğlene doğru saat 12, 12.30'a kadar sürdü. En son
yoğun gaz bombalarından sonra o yoğun gaz içine yangın bombaları sıktılar. Hepimiz
kendimizden geçmiş, kimimiz bayılmıştık. Aynı anda alevlerin içinden kendilerine
gelen arkadaşlar bizi kapıya yöneltti. Çıkabilenler geri gelip diğer arkadaşları
kurtarmaya çalıştılar. En son çıktığımızda artık alevlerden hiçbir şey
görünmüyordu. Gülser, kapının ağzında alev alev yanmıştı. Gülseren Yazgül
Güder, Özlem Ercan, Şefinur Tezgel, Seyhan Doğan, Nilüfer Alcan ve Gülser Tuzcu
alevler içinde diri diri yandılar. Hepimizi yakmaya çalıştılar. Biz aşağıya
inince bu sefer yemekhaneye yoğun bomba attılar. Hepimiz havalandırmanın ortasına
geçtik ve halay çekmeye başladık. "Gelin hepimizi tarayın ama hiçbirimizi
teslim alamazsınız" diye bağırdık onlara. Gaz bombalarının yoğunluğu bütün
havalandırmayı kapladı. Sürekli "Şehitlerimizin hesabını soracağız. Bizi
diri diri yaktınız, 6 tane canımızı diri diri yaktınız, gelin bizi de tarayın ama
asla bizi teslim alamayacaksınız" dedik. Havalandırmada böyle saat 3'e doğru
sürdü. En son kapıları kırıp karşılıklı iki koğuşa girdiler. Çatılardan da
bizi kuşatmışlardı zaten. Operasyonu sürekli çatıdan kameraya çekiyorlardı.
Havalandırmaya girdiklerinde de kamerayla çekiyorlardı. "Çekin çekin"
dedik. "Bayramımızı böyle kutluyorsunuz, gidin karınıza çocuğunuza insan eti
yediğinizi, insan kanı içtiğinizi anlatın" dedik. Sonra etrafımızı iyice
kuşattılar ve vahşice saldırıp işkencelerle bizi maltadan sürükleyerek dışarı
çıkarıp askeriyenin bir salonuna aldılar. Bizi ikişer üçer kişi hastaneye
(Sağmalcılar hastanesi) götürdüler. Oradan da Bakırköy Hapishanesine getirdiler.
Şehit düşen yoldaşlarımız Gülser, Yazgül Güder Ölüm orucu direnişçisi, 54
gündür Ölüm orucundaydılar. Seyhan; sürekli atılan bombaları dışarı fırlatmaya
çalışıyor, oradan oraya kurşun yağmurları altında koşuyordu. Şefinur yine aynı
şekilde. En son Şefinur yanarken ayağa kalkmış ve zafer işareti yaparak el
sallıyormuş. Karşı koğuştaki başka gruplardan arkadaşlar anlatıyorlar. Seyhan
yine yanarken zafer işareti yapıyormuş. Özlem sürekli ölüm orucu direnişçilerini
korumaya çalışıyordu..."
... İşte devletin "hayat kurtarma operasoynu"nda yaşanan gerçekler.
Katliamı yaşayanların anlatımlarını kamuoyuna duyurmaya devam edeceğiz.
ŞİMDİ KARARI BU ANLATIMLARI OKUYAN TÜM İNSANLARA BIRAKIYORUZ...
25 Aralık 2000
HÖP (Haklar ve Özgürlükler Platformu)