Direniş Aralık 2000 Özel
http://www.direnis.com/zafer_oz/index.htm
YALANLARLA KATLİAMIN ÜSTÜNÜ ÖRTEMEZSİNİZ!
Cumhuriyet tarihinin en kanlı operasyonlarından, en acımasız saldırılarından birini
yaşadık. Parababalarının sözcüleri, halkın çocuklarına karşı bir kez daha imha
ve katliam silahlarını kullandılar. Şu anda birçok yönü karanlıkta olan
saldırının boyutları ile ilgili önümüzdeki günlerde daha detaylı verilere
ulaşacağız. O zaman şefkat operasyonunun içeriğini daha iyi anlayabileceğiz.
Saldırının çok önemli bir yönü askeri operasyonla birlikte yürütülen psikolojik
harekattır. Geniş yığınlar yürütülen psikolojik harekatla katliama taraftar
kılınmaya çalışılmaktadır. Özellikle devrimcilere ve devrimci örgütlere yönelik
karalama kampanyası, içeriği tam anlaşılamayan bir “terörist” figürünün
zihinlere sokulmaya çalışılması bu psikolojik harekatın ana başlıklarını
oluşturmaktadır.
Psikolojik harekat, kontrgerilla operasyonlarının vazgeçilmez bileşenlerinden biridir.
Kontra eylemlere kitle desteği sağlamak ve devrimci propagandanın etkisini azaltmak bu
faaliyetin ulaşmak istediği hedeflerdir. MİT başkanının son demecindeki “anaları
kazanmak gerekiyor” sözü, kendileri açısından psikolojik harekatın önemini
sergilemektedir.
Bizler açısından ise psikolojik harekatın püskürtülebilmesi büyük önem
taşımaktadır. F tipine geçişin başarılmasının yarattığı moral bozukluğu,
psikolojik harekatın altında ezilme ile daha da derinleşebilir. Psikolojik harekat,
geliştirdiği argümanlarla devrimci propagandanın, gerçeklerin teşhiri
kampanyasının önünü kesmeyi hedeflemektedir. Bu yüzden psikolojik harekatın
başlıkları üzerinde tartışmak şu anda anlamlı gözükmektedir.
Terörist kimdir?
Terörist kelimesi egemenlerin çok sevdiği bir kelimedir. Bu kavramın anlattığı
kişilik, hiçbir sosyal bağlantısı olmayan, yakıp yıkmaktan, yoketmekten,
öldürmekten, ortalığı karıştırmaktan başka bir niyeti olmayan bir kimsedir. Bu
kişiler sorun çıkarmak için yaşamaktadırlar. Ölüsevicidirler. Dış mihraklar
tarafından yönlendirilirler. Beyinleri yıkanmıştır. Aslında gerçekle ilgisi
olmayan kimi düşüncelere fanatik bir biçimde bağlanmışlardır. Bu düşünceler
adına ölmeye ve öldürmeye hazır robotlardır.
Bu imajın güçlendirilebilmesi için bütün medya kurumları büyük bir gayretle
çalışmaktadırlar. Devletin cezaevi operasyonu başlar başlamaz, medya çeşitli
argümanlarla ölümleri meşrulaştırmaya çalışmıştır. Terörist denen kişilerin
ne kadar mantıksız, ne kadar anlamsız davranışlar içinde oldukları, güncel
gerçeklerden kopuk oldukları, vahşi canavarlar gibi davrandıkları tekrar tekrar
kitlelere enjekte edilmiştir.
Teröristin çağrıştırdığı bir diğer olgu da şiddettir. Teröristler şiddete
taparlar. Şiddete bu kadar düşkün olmalarının yine hiçbir sosyal ayağı yoktur, bu
sanki bir psikolojik hastalıkmış gibi ortaya konmaya çalışılır.
Bu bakış açısı kime aittir? Bu bir sınıf bakış açısıdır. Mal, mülk sahibi,
işini, düzenini kurmuş, bu düzenin bütün nimetlerinden yararlanan, lüks
restoranları, alışveriş mağazalarını tıklım tıklım dolduran, hayatının en
büyük gayesi daha fazla tüketmek haline gelmiş olan hazır yiyici, sömürücü
kesiminin bakışıdır. Devrimci önderleri “yurtdışında şöyle lüks içinde
yaşıyorlar” diye eleştiren köşe yazarlarının her biri mültimilyarderdir,
birçoğunun Miami’de yazlığı, Londra’da kışlık evi bulunur. Her biri
milyarlarca liralık maaşlarla yaşamlarını sürdürmektedirler. Medyatik güçlerini
maddi servete dönüştürmenin yollarını birçok farklı biçimde kullanmayı çok iyi
bilmektedirler. Rauf Tamer örneği tek örnek değildir, onun şansızlığı
ağababasını yanlış seçmek olmuştur.
O yüzden yoksulların, ezilenlerin sesi olan devrimcilerin varlığı dahi onları
iğrendirmektedir. Bu zenginlik düşmanlarının varlığı, onlar için büyük bir
tehdit oluşturmaktadır. Devrimcileri, psikopatlar gibi gösterecek araçları
geliştirmek bunların görevidir. Çünkü zenginlik düşmanlığının tüm topluma
yayılması onlar için bu güzel hayatın sonu anlamına gelecektir.
Esas olan sınıf bakış açısına sahip olabilmektir. Şiddet kullanmak, ölmek ve
öldürmek bu adaletsiz düzenin doğasına son derece uygundur. Her fırsatta savaş
tellallığı yapanların, ölümü doğallaştırmak için her türlü imkanı
kullananların bugün kalkıp devrimcileri şiddete taparlık ve ölüsevicilikle
suçlamaları ne büyük ikiyüzlülüktür. Biz devrimciler şiddetin meraklısı
değiliz. Fakat insanlık tarihinin bütün evrelerinde gözlenebildiği gibi şiddeti
toplumsal yaşamın merkezine koyanlar hiçbir zaman ezilenler olmamıştır. Ezenler
için şiddet kullanabilme tekelini elinde bulundurabilmek en temel hedef olmuştur.
Şiddete tapan en başta kendileridir. Yoksul insanların rızkını Amerikan silahlarına
yatıran, eğitimden sağlıktan çok orduya ve emniyete kaynak ayıran kendileridir.
Kürdü Türke, Aleviyi Sünniye kırdıran, toplumsal kesimleri sürekli olarak
birbirlerine kışkırtan kendileridir. İşkenceye tapan kendileridir. Ülkenin tarihini
katliamlar tarihine çeviren kendileridir.
Böylesi bir ortamda devrimcileri şiddete tapmakla suçlamak, yoksulların elinden
şiddet kullanabilme gücünü almak için kullanılan bir ajitasyondur.
Madem egemenler olaylara gayet net bir sınıf bakış açısı ve kini ile
yaklaşıyorlar, bizler de bizim için mücadele etmek uğruna yola çıkan insanlara
böylesi bir net sınıf bakış açısı ile yaklaşmamız gerekmektedir. Zengin adamın
devrimcilere küfür etmesi doğaldır. Ama karnını doyuramayan, çocuğunu okutamayan,
hastaneye gidemeyen bizlerin devrimcilere inanmaması, en başta kendimize ihanettir. Bu
sahte yazarlar, psikolojik harpçiler bizim yaşam koşullarımızın ağırlığı
altında nasıl ezildiğimizi biliyorlar mı? Bunun için kıllarını kıpırdatıyorlar
mı? Türkiye dünyanın en adaletsiz ülkelerinden biri olmuş, bunu düzeltmek için
zerre kadar bir girişimde bulunuyorlar mı? Tam tersine IMF eliyle her geçen gün daha
fazla sömürülmüyor muyuz?
Eğer bugün devrimcilerin cezaevinde katledilmeleri ile, zenginlerin Paris’teki
düğünlerine İstanbul’dan dolmuş uçak kaldırmaları arasındaki bağı
göremiyorsak tümüyle beynimiz yıkanmış demektir.
Beyin yıkayan kimdir? Küçücük çocuklara her gün okullarda “Varlığım Türk
varlığına feda olsun diye” and okutanlar değil de bizler mi beyin yıkıyoruz?
Anadolu yakasında, E-5’in altı ile üstü arasındaki yaşam seviyeleri arasındaki
farktan hiçbir sonuç çıkartamayan zavallıların değil de bütün zorluklara rağmen,
dünyanın ezilenlerinin sesi olabilmek için ölümü göze alabilenlerin mi beyni
yıkanmıştır? Bu soruya cevabınız evetse, yazının devamını okumanıza hiç gerek
yoktur.
Devrimciler kendilerini niye yaktı?
Dört duvar arasındaki insanların dışarıdaki insanlarda, kendi koşulları ile ilgili
duyarlılık yaratabilmek için kendi vücutlarını ortaya koymaktan başka bir şansı
var mıdır? Ölüm orucuna girmekle kendini yakmak arasında mantık olarak çok ciddi
bir farklılık yoktur.
Fakat katiller devrimcilerin bu restini, kendi katliamlarını örtebilecek bir araç
olarak kullanmaya çalışmışlardır. Birçok devrimcide silah yarası bulunmasına
rağmen, bütün ölümlerin kendini yakma ile gerçekleştiğini söylemek büyük bir
yalancılıktır. Fakat Adalet Bakanı artık yalan söylemeye alışmıştır.
Sivas’ta insanların yakılmasını teşvik eden ve seyreden devlet şimdi,
devrimcilerin kendini yakmasının ne kadar dehşet verici olduğunu tartışmaktadır.
Esasında böylesi bir karar karşısında çok sevinmişlerdir. Böylece insanlarımızı
kitleler halinde diri diri yakarken buna ikna edici bir mazeret bulmuşlardır.
Kendini yakmak dehşet vericidir, ama işkence değildir, insanların tek kişilik
hücrelerde ömür geçirmeye mahkum edilmesi değildir, Ulucanlar’da yapılanlar
değildir, askerlerin öldürdükleri gerillaların kulaklarını kesmesi değildir,
elindeki televizyon kumandasını silah zanneden polisler tarafından evinde pijaması ile
oturan adamın çoluğunun çocuğunun önünde katledilmesi, 100 milyonla bir ay
geçirmeye mahkum edilmek değildir... Bu liste uzatılabilir. Fakat şurası açıktır
ki bize dayatılanlar karşısında bizim kendimizi yakmamız oldukça hafif kalmaktadır.
Cezaevlerine girilemiyordu...
Girildiği zaman neler olduğunu çok iyi biliyoruz. Ümraniye, Buca, Burdur, Ulucanlar,
Diyarbakır ... Devrimcilerin barındığı herbir cezaevinin adıyla anılan bir katliam
mevcuttur. Bu ülkede idam cezaları sözümona 1984’ten beri uygulanmamaktadır, fakat
devrimciler belli aralıklarla cezaevinde katledilerek fiili idamlar
gerçekleştirilmektedir.
Cezaevlerinde infaz memurları düzenli olarak sayım ve aramalarını
gerçekleştirirler. Zaten doğal ve yasal olan da budur. Jandarma cezaevlerinin dış
güvenliğinden sorumludur.
Devlet yetkililerinin cezaevlerine giremiyoruz demelerinin altında yatan sebep, şu anda
cezaevlerinde devletin işkence yapma özgürlüğünün elinden alınmış olmasıdır.
Oysa devlet devrimcilerin, cezaevinde özgürlüklerinin kısıtlanmasını yeterli bir
ceza olarak görmemektedir. Onlarla hiçbir sınırlamaya tabi olmaksızın istediği gibi
uğraşarak, istediği biçimi verebilmek istemektedir. Devrimciler ıslah edilmesi
gereken yaratıklardır onların gözünde. Zenginlik düşmanlığı en büyük suçtur.
Hükümetin, şu kadar yıl sonra girdik dediği ve büyük bir zafer kazanmış gibi
kendine pay çıkardığı cezaevleri, yeniden yapılandırılmak istenmektedir. Amaç,
devrimci birey ile devleti birebir karşı karşıya getirmektir.
Türkiye bir hukuk devleti değildir. Yasaların kapalı kapılar ardında ne kadar
geçerli olduğunu polisle başı belaya girmiş her Türkiye vatandaşı çok iyi bilir.
Devrimcilerin, F tipi cezaevlerine karşı direnmelerinin altında yatan sebep budur.
Çiçeklerle süsledikleri ölüm hücrelerini topluma beğendirmeye çalışanlar, en
büyük darbeyi ezilenlere vurmaya çalışmaktadırlar.
Evet, devlet cezaevlerine girmiştir, ölü sayısı şu anda 24’tür, fakat gerçekler
ortaya çıktığında bu sayının 100 civarında olması büyük olasılıktır.
Psikolojik harekata karşı diri duralım....
Egemenler, ezilenleri daha çok ezmeyi kafaya koymuştur. Yürütülen F tipi projesi bu
bilincin bir ürünüdür. IMF paketleri, özelleştirmeler, hepsi aynı sürecin
parçalarıdır. “Küreselleşme ve demokratikleşme” süreçlerinin yansımaları
toplumun daha büyük kesimlerinin yoksulluk çarkının içine düşmesidir. Bu
adaletsizliğe karşı çıkanlar ise hücrelerde ıslah edilmeye çalışılacaktır.
Oysa normal olan adaletsizliği hoş görmek, kabullenmek değil tüm insanların
ürettikleri bunca nimetten eşit bir biçimde yararlanabilecekleri bir toplum için
politika yapmaktır. Ezilenlerin kendi hayatlarına sahip çıkmalarıdır normal olan.
Kafayı kuma gömen devekuşu gibi yaşamak ise aymazlıktır, kendine ihanettir.
Mücadelenin koşulları ağırlaşmaktadır belki. Bedeller büyümektedir. Fakat
egemenlerin atacakları hiçbir adım, yapacakları hiçbir zorbalık,
gerçekleştirecekleri hiçbir katliam ezilenlerin ezenlere karşı yeni evlatlarıyla
mücadeleye devam etmesinin önüne geçemeyecektir. Bu kavga, adalet ve eşitlik,
özgürlük ve kardeşlik yaşanan birer gerçeklik olana kadar devam edecektir.
Devrimciler bunca zorluğu ne adına göğüslemeye çalışıyorlar? Düşünün. Etliye
sütlüye bulaşmadan yaşamayı, başını derde sokmamayı onlar bilmez miydi?
Düşünün.
Bu toplumun en değerli insanlarının, halkı için ölümü göze almış, büyük
çoğunluk kendinden başka hiçbir şey düşünemeyecek bir bencillik bataklığına
batmışken ezilenlerin sözcülüğü gibi zorlu bir görevi seçmiş insanlara sahip
çıkalım, yalanlara kanmayalım. Karalamalara inanmayalım. Devrimciler ezilenlerin,
emekçilerin, yoksulların sesidir. Onlara sahip çıkmak da ezilenlerin, emekçilerin,
yoksulların görevidir. Bırakalım zenginler ve onların sofralarından kalkmayan, leş
meraklısı köşeyazarları, televizyon yorumcuları, haber spikerleri kendileri çalsın
kendileri oynasınlar.
Son bir sözde katillere! Hepimizi de öldürseniz, işkencelerde de kırsanız
arkamızdan gelenler hep olacak! Çünkü biz haklı olan tarafız. Siz ise bir avuç
yiyicinin, asalağın dolandırıcının kiralık katillerisiniz! Katliamlarla bizi
tüketemeyeceksiniz!
Şimdiye kadar olduğu gibi!