Evrensel Gazetesi 03-04 ocak 2001 tarihli Dosya'ları: Mehmet Bekaroğlu ile söyleşi - Sultan Özer
www.evrensel.net


Ölüm oruçları, operasyon olmadan bitirilebilirdi

Cezaevlerine yönelik, “hayata dönüş” adlı operasyonun, ölüm oruçlarına son vermek için değil, ertelendiği sözü verilen F tipi cezaevlerinin açılması için yapıldığını söyleyen TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyesi Mehmet Bekaroğlu, hükümeti, devleti sözünü tutmaya çağırdı. Ölüm oruçlarının sürdüğünü ve çok daha kritik bir aşamaya geldiğini söyleyen Bekaroğlu, kendisinin de katıldığı görüşmeler sırasında bir çözüm fırsatının yakalandığını ama hükümetin bu fırsatı değerlendirmediğini söyledi.

F tipi cezaevi uygulamasına karşı tüm cezaevlerinde başlayan açlık grevleri ve ölüm oruçlarının bitirilmesi için hükümetle tutuklu ve hükümlüler arasında aracılık görevi yapan TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyesi, FP Rize milletvekili Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu, ile, ölüm oruçları sürecindeki girişimleri, cezaevlerine yönelik kanlı operasyonlar, F tipi cezaevleri ve gelinen aşamada açlık grevleri ve ölüm oruçlarının durumları üzerine görüştük.İki bölüm halinde yayınlayacağımız dosyanın ilk bölümünde, TBMM Komisyonu’nun cezaevlerindeki ölüm oruçlarının sona erdirilmesi için yaptığı girişimler, komisyonun ve aydınların işlevi ve hükümetin operasyon hazırlıkları yer alıyor. Söyleşi dosyamız yarın devam edecek.

- Operasyon öncesi, tutuklu ve hükümlülerin ölüm oruçlarını sona erdirmeleri amacıyla aracılık görevi üstlendiniz. Görüşmelerde neler yaşandı?
- TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nda ölüm oruçlarıyla ilgili girişimde bulunulması, ölümler olmadan sürece müdahale edilmesi amacıyla biraraya geldik. İkinci toplantıda her partiden birer kişiyle bir alt komisyon oluştu ve ‘girişimlerde bulunulsun’ kararı çıktı. ANAP’tan ve MHP’den seçilen üyeler pek gelmediler. Ama ben, DSP’den ve DYP’den birer üye Bayrampaşa ve Çankırı cezaevlerinde görüşmeler yaptık. Daha sonra Bakanla defalarca görüştük. Bu süreç ilerkerken, Yaşar Kemal, Zülfü Livaneli, Oral Çalışlar, Orhan Pamuk gibi aydınlar da sürece dahil oldular ve daha sonra ben onlarla da görüşmelere katıldım.
Sonra, bildiniz gibi bakanın o meşhur, ‘Toplumsal duyarlılığı dikkate alarak bunu erteliyoruz ve sivil toplum örgütleriyle bir mutabakat oluşturduktan sonra sevkleri yapacağız’ açıklamasından sonra, daha somut bir formül üzerinde çalışılması sözkonusu oldu.
İçerideki tutuklu ve hükümlülerin talebi, bakanlığın da onayıyla, TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nu temsilen ben, TTB’yi temsilen 2’inci Başkan Metin Bakkalcı, TMMOB’yi temsilen Başkan Kaya Güvenç ve TBB’yi temsilen Yücel Sayman’la görüşmelere devam ettik. Zaman zaman da, yine tutukluların talebiyle, tutuklu aileleriyle, aydınlardan Oral Çalışlar da toplantılarda hazır bulundu. Bizim yaptığımız şey, tutukluların talebiyle Bakanlığın, hükümetin yapmak istedikleri konusunda bir orta yol bulup ölüm oruçlarını sonlandırmaktı. Bir yere de gelmiştik; F tipi cezaevleri uygulaması ertelenmişti, toplumsal mutabakat aranacaktı. Ama tutuklu ve hükümlülerin daha somut talepleri gündeme getirmeleri ve o arada da bakanlığın bize verdiği sürenin de dolmasıyla biz cezaevinden çıkmak durumunda kaldık.
İnsani açıdan da bize göre kritik günler yanaşmaktaydı. Belki daha direkt görüşmeler yapılabilir, başkaları araya girebilirdi. Birkaç gün kalmıştı, ‘biz çekilelim başka bir çalışma yapalım’ diye düşünerek ayrıldık. Zaten bakanlığın bize verdiği süre de gece 12’ydi, gece bir buçukta cezaevinden çıktık. Ve orada kesilmiş oldu bizim görevimiz. Ama biz boş durmadık, F tipi eylemlerine bir şekilde destek veren sivil toplum örgütleriyle biraraya gelip görüştük. Görüşmelerin devam etmesini isteyen, bakanın yapmış olduğu açıklamanın önemli olduğunu, tutukluların bunu dikkate alması gerektiğini belirten bir açıklama yapıldı. Daha sonra siyasi partiler biraraya gelip buna benzer bir açıklama yaptılar. Yeni bir şey oluştu, galiba bizim gruptan Yücel Sayman’la görüşmeler devam ediyordu. İçerden tekrar görüşme talepleri geldi, ancak bakanlık görüşmelere yeniden başlanmasına izin vermedi, bildiğiniz süreç çalıştı, müdahale edildi. “Yaşama döndürme” müdahalesinde, biliyorsunuz 30’un üzerinde insan öldü. “Yaşama döndürme” sözkonusu idi ama ölüm oruçları hâlâ devam ediyor. En kötü noktalara gelmiş durumda bugünlerde.

- Tutukluların taleplerinde karşılanamayacak maddeler var mıydı?
- Önce F tiplerinin kalkmasını istiyorlardı. Daha sonra F tipleri koğuş sistemine, bugünkü cezaevi sistemine dönüşsün istiyorlardı. Ayrıca bazı siyasi talepleri vardı, bir kısmı cezaeviyle ilgiliydi, Terörle Mücadele Kanunu’nun bazı maddelerinin değişmesi, yaralı tutukluların tedavi ve tahliyelerinin CMUK’a göre yapılması, DGM’lere kadar giden talepleri vardı. Ama hepsini konuşmuştuk, onlar mesele değildi. Olay F tiplerinde ve ‘koğuş olur, olmaz’ da kilitlendi. Bakanlık makul sayıda insanın birbirleriyle temasını sağlayacak mimari ve hukuki düzenlemeleri yapacağını söylüyor ama bu konuda kendisini bağlamıyordu. Ama şu sözü veriyordu; ‘Bu dört kuruluşla bir ortak mutabakata varmadan açmayacağım.’ Tutuklu ve hükümlüler bununla yetinmediler, ‘şu kadar insandan oluşan koğuşlar, hatta koğuşlar arasında geçişler’ gibi... Orada iş kilitlenmişti.

- Bakanlıkla görüşmeleri siz yaptınız. Size tanınan bu süre neydi, ‘12’ye kadar cezaevinden çıkın’ demişlerdi; neyin süresiydi bu?
- Bilmiyorum tabii. Şu anda öğreniyoruz, İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Jandarma falan toplantılar yapılıyor, kararlar veriliyor. Tabii Bakan da bir süre verdi. Neye dayanarak verdiler bilemiyorum. ‘12’de çıkın’ isteği, ‘arkasından müdahale getirecek’ diye düşündük, olmadı. Üç gün sonra müdahale oldu.

- Müdahale kararının bir yıl öncesinden alındığı konusu tartışılıyor. Siz de görüşmelerin ardından ‘Biz bu işte kullanıldık’ dediniz. Neye dayanarak bunu söylediniz? Siz görüşme yaparken zaten böyle bir karar alınmış mıydı?
- İçişleri Bakanlığı’nın açıklamasından şu açık bir şekilde görülüyor ki, Hükümet ya da devlet F tipi cezaevlerini bitiriyordu ve bunlara nakillerle ilgili çalışmalar yapıyordu. Zaten Terörle Mücadelenin bir parçası olarak düşünülüyor, yasası filan da çıkarıldı. İçişleri Bakanı da açıkladı, ‘Biz bir senedir provalar yapıyorduk, maketler üzerinde çalıştık kim nereye gidecek diye, personeli eğittik’ diyordu. Devletin böyle bir çalışması vardı. Ama biz hükümetle, Adalet Bakanı ile, Başbakan ile temastaydık. Özellikle Başbakan, ölüm oruçlarının müdahale edilmeden sona erdirilmesi için istekliydi, gayret gösterdi. Dolayısıyla hükümetin bütünüyle, ‘görüşmeler yapılırken operasyonu planlıyordu, zaman kazanıyordu’ anlamında söylemedim o sözü. Ama İçişleri Bakanı’nın sözleri ve tutukluların söz verilmiş olmasına rağmen müdahale ile F tipi cezaevlerine nakledilmeleri... Önce ‘geçicidir’ denilmesi sonra da ‘bu iş bitmiştir’ diye hem Bakan hem Başbakan tarafından açıklama yapılması, böyle bir tepki göstermeme neden oldu. Çünkü verilmiş bir devlet sözü var ortada.
Önce zorunluluk vardı, ‘duvarlar yıkıldı’ gerekçesiyle geçici olarak taşıdınız. Sonra af çıktı, boşaldı, bir zorunluluk yok ortada, şimdi ne yapacaksınız? F tipinde toplumsal mutabakatı tekrar arayacak mısınız? Bu toplumsal mutabakat sonucu mimari ve hukuki düzenlemeleri yapacak mısınız? Verilmiş bir devlet sözü var ortada. Bu sözü Türkiye ve dünya kamuoyunun gözü önünde verdiniz, ne yapacaksınız? ‘Devlet sözü ortada duruyor’ diye soru önergesiyle Adalet Bakanı’na bu soruları sordum.

- Müdahaleyi ne zaman öğrendiniz?
- Adalet Bakanlığı’nın bütçesi TBMM’de görüşülüyordu, Pazartesi günü. Her şeye rağmen biz, yeni bir görüşme, yeni bir sürece başlanması için gayret gösteriyorduk. O gün sayın Bakan bütçe görüşmelerinden çıktı, F tipi cezaevlerinin erteleneceğini, toplumsal mutabakat aranacağını, açıkça söyledi, tutanaklarda vardır. Ben de bu işi ölümler olmadan bitirmemiz gerektiğini, Türkiye’nin kaosa sürüklenmekte olduğunu, bu olayların kaosu derinleştirebileceğini söyledim.
Bütçe görüşmelerinden sonra bakanla görüştük. ‘Sürece yeniden başlayalım’ dedik, sonuçlarını anlattık. ‘Yok’, ‘Bundan sonra yapılacak bir şey yok’ dedi. O zaman anladık ki, müdahale var. Değerlendirme toplantısında arkadaşlarla biraraya geldik. Hekimlerden telefonlar gelmeye başladı. Bir müdahaleye hazırlık yapılıyor. Hızır Acil’lerin, hekimlerin cezaevlerine çağrıldığını öğrendik. Daha sonra telefonlarla sağı solu aradık, gece 01.00 civarında müdahale olacağını öğrendik.

“Bu F tipine nakil operasyonuydu. Çünkü ölüm oruçları için bir şey yapılmadı. Yapılamaz da. Dolayısıyla ölüm oruçları açısından hayata dönüş sözkonusu falan değil. Kaldı ki, müdahalede 30’un üzerinde insan öldü. Hayata döndürme açısından bakılırsa bu olaya, başarılı bir operasyon falan değil, kimse öğünmesin. Ama F tipi nakilleri açısından, insanlar alınıp derdest edilip F tiplerine konulmuştur. Ona söyleyecek bir şeyim yok.”

Evrensel 04/01/01
‘Hükümet verdiği sözü tutsun’

Psikiyatri alanında akademik kariyer yapmış olan Mehmet Bekaroğlu, F tipi cezaevlerinin tecrit olduğunu ve insanın ruhsal bütünlüğünü tehdit ettiğini, bundan dolayı da karşı çıktığını söyledi. Hükümetin, “Hayata dönüş operasyonu” adı altında cezaevlerine yönelik operasyonunun F tipini hayata geçirme operasyonu olduğunun görüldüğünü kaydeden Bekaroğlu, ölüm oruçları bitmediği gibi daha da kritik noktaya geldiğinin altını çizdi.
TMMOB Genel Başkanı Kaya Güvenç, TTB 2’inci Başkanı Metin Bakkalcı ve İstanbul Barosu Başkanı Yücel Sayman’la birlikte cezaevlerinde tutuklu ve hükümlülerle hükümet arasında arabulucuk yapan Bekaroğlu, cezaevlerine yapılan operasyonlar, hükümetin tutumu, tutuklu ve hükümlülerin durumu hakkında sorularımızı yanıtladı. Bekaroğlu, devletin verdiği, “F tipi cezaevlerinde toplumsal mutabakat aranacak, şimdilik uygulamayacağız” sözünü hatırlatarak, bu sözün gereğinin yapılmadığını ve hükümetin sözünü tutması gerektiğini söylüyor...

- Hükümetin ‘yaşama döndürme operasyonu’ adını verdiği operasyon gerçekten ölüm oruçlarını bitirme amaçlı mıydı sizce?
- Öyle deniliyor. Görünürde öyle ama, bu F tipine nakil operasyonuydu. Çünkü ölüm oruçları için bir şey yapılmadı. Yapılamaz da. Tahmin ediyorum ki ölüm oruçlarını zorla tedaviyle bitirmek istiyorlar. Şöyle, ‘bilinç kapanmaya başlandı, zorla tedavi yapalım.’ Bir defa, tıbben ölüm orucunda bilinç kapandıktan sonra tedaviyle geri dönüş çok zordur. En iyi ihtimalle, bir sürü sakatlıklarla mümkündür. Bana çok fazla mümkün gelmiyor. Dolayısıyla ölüm oruçları açısından hayata dönüş sözkonusu falan değil. Kaldı ki, müdahalede 30’un üzerinde insan öldü. Hayata döndürme açısından bakılırsa bu olaya, başarılı bir operasyon falan değil, kimse öğünmesin. Ama F tipi nakilleri açısından, insanlar alınıp derdest edilip F tiplerine konulmuştur. Ona söyleyecek bir şeyim yok. Onu İçişleri ve Adalet Bakanı’na sormak gerekir.

- Adalet Bakanı’nın size ‘benim yapabileceğim bir şey kalmadı, beni aştı’ dediği söyleniyor...
- Öyle değil. Sayın bakan, ‘Biz yapabileceğimizi yaptık. Bundan sonra tutuklu ve hükümlüler bir karar versinler. Sizin artık görüşmenize gerek yok’ şeklinde bir şey söyledi.
Şunu samimi olarak söyleyeyim, Sayın Hikmet Sami Türk ve sayın Başbakan görüşmelerin belli aşamasında bu işin ölümler olmadan bitmesi için gerçekten istekliydiler, bu konuda risk de alarak irade ortaya koydular. İstediğimiz açıklamayı da yaptılar. Ama daha sonra Bakanlar Kurulu’nda, güvenlik toplantılarında neler düşünüldü, neler tartışıldı, ne yapıldı onu bilemiyorum. Fakat son üç gün sayın Başbakanla görüşemedim. Sadece o değil, sayın Özkan’la, hatta Rahşan Ecevit’ten randevu almak istedik. Ama son üç gün bizimle görüşmediler.

- ‘Adalet Bakanı ve Başbakan bitirme yanlısıydı, çaba gösterdiler ‘diyorsunuz, o zaman müdahale emri, başka yerden mi geldi?
- Hayır, o şekilde değil de, ‘şu zamana kadar neticeye bağlayın’ diye bir süre verdiler. Bağlanmadı. Ondan sonra devlet kendi mekanizmasını işletti. Başbakanlıkta toplantılar yapıldı, ne kararlar alındı bilemiyoruz. Ama Başbakan ‘Cezaevi işleri çözülmüştür’ diyor. Bu Başbakana verilen bilgilerin eksikliğinden kaynaklanıyor diye düşünüyorum. Çünkü cezaevi meselesi çözülmedi. Sorunlar da ölüm oruçları da duruyor. 2001 yılına, sorun çözülmüş olarak girmiyoruz. Ölüm oruçları daha bir zor noktada devam ediyor.

- F tipi cezaevleri Türkiye koşullarına, insani koşullara uygun mu?
- Tutuklu ve hükümlülerin, bana göre üç gerekçeyle itirazları var. Bunlardan biri can güvenliği. Diyorlar ki, ‘Biz 50 kişi 100 kişi biraradayken bir sürü saldırılar oldu. İşte Diyarbakır, Ulucanlar, Uşak, Bergama örnekleri var. Dolayısıyla can güvenliğimiz tehdit altında’ diyorlar. Bu konuda çalışmalara ihtiyaç var. Bakanlığın İnfaz Hakemliği, İzleme Komitesi gibi çalışmaları buna yöneliktir.
İkincisi, tek ve üç kişilik odalarda bulunmaları ve birbirleriyle temas etmemeleri... Uluslararası standartlar mevcut. Tecrit olmaması gerekir. Mahpusların da günün belli saatinde teması gerekiyor. Bu konu problemdir.

- Siz konunun uzmanısınız da. Bu koşullar insan psikolojisini nasıl etkiler?

- ‘İnsan hakkı’ dendiğinde, insanın bedensel, ruhsal ve toplumsal bütünlüğünün korunmasını anlıyoruz. Tecrit, tek kişilik hücreler, birbiriyle görüşememek insanın ruhsal bütünlüğünü tehdit eder. Zaten ben bundan dolayı F tiplerini eleştiriyorum.
Ama tutuklu ve hükümlüler, örgütler açısından şöyle bir şey de var. Kim ne derse desin cezaevleri örgütler için de verimli mekânlardır. İnsanlar 168/2 ile duvarlara yazı yazma ile içeriye giriyor. Orada bir örgüt dayanışması, birlikte yaşama... Tabii bu, teröre başvurmayan siyasi tutuklular için temel insan haklarındandır. Bazı örgütler, cezaevlerindeki varlıklarını koruyacak mekânları, yani şu andaki mekânları istiyorlar. Bir açıdan F tipleri bunu engelliyor. Engellenmelidir de ama siyasi tutuklu ve hükümlülerle terör suçlularını birbirinden ayırmak gerekiyor. Şiddet kullanmamıştır, gösteri ve yürüyüş kanununa muhalefet etmiştir, duvara yazı yazmıştır filan...Ya da yardım ve yataklık etmiş, silah kullanmamıştır. Bunları ayırmak gerekiyor. Ya da 312’den düşünce suçlusu olarak bulunuyor. Bu insanlara kendilerini geliştirecek imkânları vermek lazım. İslah edilmesi falan sözkonusu olmaz. Burada ince bir nokta var. Siyasi mahkumu ve terörü ayırmak gerekiyor. Gerçekten, cezaevlerinin, terörün yönlendirildiği mekânlar olması engellenmelidir. Ama bunu yaparken insan haklarını da unutmamamız gerekiyor. Suçu ne olursa olsun cezaevine koymuş olduğumuz insan insan olmaya devam ediyor. Suçundan dolayı yargılanıp ceza almıştır. Dolayısıyla cezaevi içinde yeni ceza olmamalı. Mekân ve hukuki düzenleme insan haklarına uygun olarak, haklarını kullanabilecek şekilde olmalıdır. F tiplerinin bu haliyle eksik olduğunu, tek kişilik, üç kişilik hücre ve odaların yanlış olduğunu düşünüyorum. Akşamları belli saatlerde odalarında kalabilirler. Ama gündüz... Uluslararası standartlar var, günün belli saatlerinde mutlaka birbirleriyle temas gerekiyor. Ama bu, sessiz temas, kütüphanede uzaktan birbirini görme değil, paylaşabilecek, teması sağlanacak ve dolayısıyla sosyal izolasyonu ortadan kaldıracak şekilde düzenlenirse sağlıklı olur.

- TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu bu süreçte üzerine düşeni yapabildi mi? Süreçte etkisiz kalmadı mı?

- Komisyon, kanunun kendisine verdiği yetkiyi kullanarak alt komisyon oluşturdu. Komisyon başkanı alt komisyonun çalışmaları için çok büyük gayretler gösterdi. Arabuluculuk için beni görevlendirdi. Tabii tatil girdi araya, süreçte bulunması gerekirdi. Tatil talihsizlik. Komisyon Ankara’da olsa idi, ilk günden cezaevlerine müdahale ederdi. Ama bir hata da yapmadı komisyon.
Yalnız bir talihsizlik var. Operasyondan sonra benim katılmadığım bir toplantıda yapılan, ‘Bu operasyon insan haklarına uygundur’ açıklaması, talihsiz bir açıklama idi. Komisyonun böyle bir tespit yapmasına gerek yok. Bir operasyonun insan haklarına uygun olup olmadığı sorusu bile abestir. Operasyon sırasında insan hakları ihlali olup olmadığı tespitleri yapılabilir ancak ki, komisyonunun elinde böyle bir çalışma, veri de yok. Şunu mu söylemek istediler pek anlaşılmadı, ‘zorla tedavi insan hakları ihlali değildir’. Ki, bu da tartışma konusu. Komisyonun bu konuda bir şey söyleyebilmesi için uzmanlardan, hekimlerden, etikçilerden bir görüş alıp da ona göre bir açıklama yapması gerekirdi. Bu yapılmadı, dolayısıyla o, talihsiz bir açıklama.
Komisyonun prestijini biraz sarstı o açıklama. Çünkü komisyon son zamanlarda iyi bir prestij edinmişti. Komisyon, ‘hükümetin ya da devletin müdahaleyi meşrulaştırmasını destekler’ gibi göründü. Aslında hukuk çerçevesinde bir müdahale gerçekleşiyorsa desteğe ihtiyacı yok, komisyonun da böyle bir açıklama yapmasına gerek yok.

- Alt komisyon da çalışmalarına başlayacak mı?
- Eski alt komisyonunun görevi bitti. Ölüm oruçlarıyla ilgili yeni bir girişim yapılır mı bilmiyorum. Ama müdahalelerle ortaya çıkan yeni durumda hak ihlalleri oldu mu, nelerdir, bunların tespiti için bir alt komisyon oluşturulacak. Sanıyorum Perşembe günü görevine başlar.

- Size, partinizden ya da dışarıdan herhangi bir eleştiri geliyor mu? Sorun oluyor mu?
- Başka partilerden bazı mesajlar falan geldi; ‘Sana mı kaldı, bu vatan hainleriyle ne uğraşıyorsun’ diye. Ama bizim parti tabanından gelmedi. Takdir geldi, ‘Siz sadece insani amaçlarla hareket ettiniz, partimizin yüzünü ağarttınız’ diye teşekkürler geldi. Toplumun birçok kesiminden geldi bu takdir. Genel Başkanımdan ve Başkanlık Divanı üyelerinden de sürekli geldi. O konuda partimden destek gördüm. Ama bazı basın kuruluşlarında aleyhimize şeyler çıktı, ‘Bekaroğlu başörtülülerle ilgili ne yaptı, şimdi bunlarla uğraşıyor’ diye. Bunlar önemli şeyler değil. Biz defalarca ifade ettik, hak ihlaline uğrayanın kimliği önemli değil. Kim tehdit altındaysa onu savunurum. Hak ihlali yapan kim olursa olsun, o da beni ilgilendirmez onun da karşısında dururum.