uluslararası af örgütü
Nisan 2001
TÜRKİYE: "F-Tipi Cezaevleri:
İzolasyon ve işkence ve kötü muamele
Nisan 2001 ÖZET
AI INDEKS: EUR 44/025/2001
DAĞITIM: SC/CO/RAN
Cezaevi koşulları geçtiğimiz yıl Türkiye'de yoğun tartışmalara konu oldu.
Cezaevlerinde genellikle 60 veya daha fazla tutuklu ve hükümlünün bulunduğu
koğuşlarda tutulmaktaydı, ancak Türk yetkililer, varolan cezaevlerine yeni binalar
ekledi ve hücre sistemini getiren ve 2000 yılında kullanıma açılması planlanan 11
adet F tipi cezaevinin yapımına başladı. Koğuşları, daha küçük hücrelerle
değiştirme sürecinin başlamasının ardından cezaevlerinde büyük protestolar ve
şiddetle bastırılan isyanlar başladı. Ekim 2000'den bu yana binden fazla siyasi
mahkum F tipi cezaevlerini protesto için açlık eylemine katıldı. 19 Aralık'ta
güvenlik güçleri 20 cezaevine bir operasyon düzenledi ve 30 mahkumla 2 asker öldü.
Yüzlerce mahkum yeni açılmış üç F tipi cezaevine transfer edildi.
Uluslararası Af Örgütü transferler öncesi, sırası ve sonrasında mahkumların
dövüldüğü ve bazılarının işkence gördüğüne dair birbiriyle tutarlı çok
sayıda bilgi edinmiştir. F tipi cezaevlerinde mahkumlar ya tek başlarına ya da en
fazla üç kişi birlikte tutulmakta. UAÖ, uzun süreli izolasyon uygulamasının
kendisinin zalimane, insanlık dışı ve onur kırıcı muameleye vardığı ve işkence
ve kötü muameleyi kolaylaştırıcı olduğu kaygısını taşımaktadır. Bu nedenle,
yetkililere mahkumların günün en azından bir bölümünde daha geniş gruplar halinde
bir araya gelmesine izin verilmesi için defalarca çağrıda bulunmuştur.
[Bu belge, Uluslararası Af Örgütü'nün Nisan 2001'de yayınladığı 10 sayfalık
(4348 kelime) TÜRKİYE: "F-Tipi" cezaevleri: İzolasyon ve işkence ve kötü
muamele iddiaları (AI İndeks: EUR 44/025/2001) adlı raporun özetidir. Daha
ayrıntılı bilgi için rapora bakın. ULUSLARARASI SEKRETERYA, 1 EASTON STREET, LONDON
WC1X 0DW, UNITED KINGDOM]
TÜRKİYE
"F-Tipi" cezaevleri: İzolasyon, işkence ve kötü muamele iddiaları
Cezaevi koşulları geçtiğimiz yıl Türkiye'de yoğun tartışmalara konu oldu.
Cezaevlerinde genellikle 60 veya daha fazla tutuklu ve hükümlünün bulunduğu
koğuşlarda tutulmaktaydı, ancak Türk yetkililer, varolan cezaevlerine yeni binalar
ekledi ve hücre sistemini getiren ve 2000 yılında kullanıma açılması planlanan 11
adet F tipi cezaevinin yapımına başladı. Mahkumlar ve ailelerinin yanı sıra çok
sayıda insan hakları savunucusu ve diğer sivil toplum örgütleri, izolasyonu getiren
yeni hücre tipi sistemin cezaevlerinde işkence ve kötü muamele riskini
artıracağından endişelenmekteydi. Yeni sistemin küçük grup veya tecrit izolasyonuna
yol açacağına dair korkular bugüne dek haklı çıktı; "hükümlülerin diğer
hükümlülerle ilişki veya iletişime girmesine izin verilmeyecektir" diyen Anti
Terör yasasının 16. Maddesi yoğun izolasyonu öngören bir uygulama getirdi.
Koğuşları, daha küçük hücrelerle değiştirme sürecinin başlamasının ardından
cezaevlerinde büyük protestolar ve şiddetle bastırılan isyanlar başladı. Ekim
2000'den bu yana binden fazla siyasi mahkum F tipi cezaevlerini protesto için açlık
eylemine katıldı. Aralık ayının başında Adalet Bakanı, 16. madde düzeltilmeden, F
tipi cezaevleri tüzüğü yayınlanmadan ve bunların yönetimiyle ilgili bir sosyal
konsensusa varılmadan hiç kimsenin F tipi cezaevlerine transfer edilmeyeceğine dair
söz verdi. Ne var ki 19 Aralık'ta güvenlik güçleri 20 cezaevine bir operasyon
düzenledi ve 30 mahkumla 2 asker öldü. Yüzlerce mahkum yeni açılmış üç F tipi
cezaevine transfer edildi.
Ocak 2001 başlarında Uluslararası Af Örgütü (UAÖ) ve Human Rights Watch (HRW),
Aralık 2000 cezaevi operasyonları ve yeni F tipi cezaevleri koşullarını incelemek
üzere ortak bir misyon gerçekleştirdi. Araştırmalar sırasında heyet farklı
kaynaklardan bilgi toplamaya özellikle özen gösterdi. Avukatlar, doktorlar, insan
hakları savunucuları ve Meclis İnsan Hakları Komisyonu'nun bir üyesiyle
görüşüldü: yani, Türkiye'deki insan haklarının durumunu geliştirmek hedefiyle
kendilerinin de araştırma yaptığı Türk sivil toplumu ve parlamentonun saygın
üyelerinin görüşleri alındı. Ek olarak heyet, serbest bırakılan mahkumlar ve
mahkum yakınları gibi cezaevlerine transferlerden doğrudan etkilenmiş kişilerden de
bilgi topladı. Araştırmacılar araştırma gezisinden önce ve boyunca, toplantı
talebiyle defalarca Adalet Bakanlığı'yla irtibata geçti. Ne yazık ki, bu talepleri
Bakanlık tarafından reddedildi. Ayrıca, transfer edilmiş olan mahkumlara uygulanan
yeni rejimi değerlendirebilmek için yeni F tipi cezaevlerinden birini ziyaret talepleri
de reddedildi.
Uluslararası Af Örgütü transferler öncesi, sırası ve sonrasında mahkumların
dövüldüğü ve bazılarının işkence gördüğüne dair birbiriyle tutarlı çok
sayıda bilgi almaktaydı. F tipi cezaevlerinde mahkumlar ya tek başlarına ya da en
fazla üç kişi birlikte tutulmaktaydı. İlk haftalarda hücrelerin önündeki küçük
alanlara çıkmalarına izin verilmiyordu. Bazıları günler boyunca gardiyanlar
dışında hiçbir insanla görüşmüyordu. Aile ve avukat görüşmeleri kısıtlıydı.
UAÖ, uzun süreli izolasyon uygulamasının kendisinin zalimane, insanlık dışı ve
onur kırıcı muameleye vardığı ve işkence ve kötü muameleyi kolaylaştırıcı
olduğu kaygısını taşımaktadır. Bu nedenle, yetkililere mahkumların günün en
azından bir bölümünde daha geniş gruplar halinde bir araya gelmesine izin verilmesi
için defalarca çağrıda bulunmuştur.
İzolasyon uygulaması
Uluslararası Af Örgütü daha önce aşırı kalabalık koğuşlarla ilgili
kaygılarını ifade etmiştir ve örgüt, eğer gerekiyorsa, mahkumların, diğer
mahkumların baskı ve tehditleri de dahil, şiddetten korunmaları gerektiğine
inanmaktadır. UAÖ, bazıları cezaevlerinde olmak üzere, silahlı muhalif grupların
"hain" olduklarını iddia ettikleri kişileri kasten öldürmelerini defalarca
eleştirmiştir. UAÖ, bazı belli koşullarda bazı mahkumları ayırmanın uygun
olabileceğine inanmaktadır; örneğin, genel cezaevi nüfusunu, özellikle şiddet
kullanan diğer mahkumlardan korumak için gibi. Ancak bu tip önlemler ancak
olağanüstü koşullarda ve son çare olarak kullanılmalıdır.[1]
UAÖ, küçük grup izolasyonu da dahil uzun süreli izolasyonun mahkumların fiziksel ve
ussal sağlığı üzerinde ciddi etkiler yaratabileceğine ve kendi içinde zalimane,
insanlık dışı veya onur kırıcı muamele veya ceza teşkil edebileceğine
inanmaktadır. Ayrıca, mahkumlara işkence ve kötü muamele yapılmasını da
kolaylaştırabilir. İşkence ve kötü muamele, Türkiye'nin de taraf olduğu
uluslararası insan hakları sözleşmelerince yasaklanmıştır. Özellikle, İnsan
Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına dair Avrupa Sözleşmesi'nin (Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi) 3. Maddesi ve BM İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık
dışı veya Onur Kırıcı Muamele ve Cezaya Karşı Sözleşme (İşkenceye Karşı
Sözleşme).
Anti Terör Yasasınca suç sayılan nedenlerle yargılanmış veya hüküm giymiş tüm
mahkumları izole etmek kabul edilemez.[2] Anti Terör Yasası'nın 16.
Maddesi, tutuklu ve hükümlülerin özel olarak inşa edilmiş binalarda bir-üç
kişilik odalarda tutulacağı ve diğer mahkumlarla iletişim ve görüşme ile açık
görüşün olmayacağı drakonyan bir rejim ortaya koymaktadır. Uluslararası Af
Örgütü daha önce de 16. Maddeyi, siyasi nedenlerden tutuklu veya hükümlü
bulunanları da kapsayan tüm mahkumlara, yeterli egzersiz olanaklarının sağlandığı
ve her gün hücre veya koğuşlarının dışında diğer mahkumlarla bir arada
bulunabilecekleri yeterli zamanın verildiği bir biçimde değiştirmesi için Türk
hükümetine çağrıda bulunmuştur. İşkence ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı
Muamele veya Cezanın Önlenmesine Dair Avrupa Komitesi (CPT), Ocak 2001'de, "1991
Anti Terör Yasası'nın düzeltilmesine dair yasa tasarısının kabul edilmesi, böylece
bu yasa kapsamına giren mahkumların diğerleriyle birlikte etkinliklerde bulunmasını
(ve aileleriyle açık görüş yapabilmesini) sağlaması, çok büyük öncelik olarak
kabul edilmelidir." tavsiyesinde bulunmuştur.[3]
Aralık operasyonu öncesindeki tecrit ve küçük grup izolasyonu uygulamaları:
İmralı adası ve Kartal Özel Tip Cezaevi
Silahlı muhalif grup Kürdistan İşçi Partisi (PKK) lideri Abdullah Öcalan,
15 Şubat 1999 günü tutuklanmasından bu yana iki yıldan uzun bir süredir İmralı
adasında tecrit tutulmaktadır. UAÖ'ne Abdullah Öcalan'ın avukatları tarafından
verilen bilgilere göre, tuvalet ve duşun da içinde bulunduğu 13 metrekarelik bir
hücrede kalmaktadır. Günde iki kez birer saatliğine yaklaşık 45 metrekarelik bir
alana çıkmasına izin verilmektedir. Bu alan üstleri tel kafeslerle bezeli çok yüksek
duvarlarla çevrilidir. Cezaevi gardiyanları, hücre içinde ve dışındaki kameralarla
sürekli olarak gözetim altındadır. Avukatları ve birinci derece akrabalarıyla
haftada bir kez bir saat görüşme izni vardır.
2 mart 1999 günü Abdullah Öcalan'ı ziyaret eden CPT heyeti, "ıssız bir yerde,
yüksek güvenlik uygulaması altında tek başına tutulmasının Bay Öcalan'ın ussal
sağlığı üzerindeki potansiyel olumsuz etkilerini yok edecek ek önlemler alınması
gerekir. Bu önlemler, diğerlerinin yanı sıra, dış dünyayla temas olasılığı ve
uygulanan rejimin kesin doğasının aşama aşama daha az kısıtlayıcı
olması"gerektiğini ifade etmiştir. CPT, "özellikle yüksek güvenlik riski
taşıyan mahkumların, özel birimlerinin sınırları içinde, ağır gözetim
durumlarının bir telafisi olarak daha gevşek bir uygulamaya (birimdeki diğer
mahkumlarla özgürce bir araya gelmek; göreceli olarak küçük fiziksel alan olma
olasılığı yüksek olan yerde kısıtlamasız hareket etmek; aralarından
seçebileceği farklı sayıda aktivite olanaklarının sağlanması, vs) sahip
olması"[4] gereğinin altını çizmiştir. Şubat 1999'dan bu
yana, adada Abdullah Öcalan'ın temasa geçebileceği başka bir mahkum bulunmamaktadır.
Abdullah Öcalan iki yıldan uzun bir süredir tecrit hapislik yaşamaktadır.
Uluslararası Af Örgütü, bunun zalimane, insanlık dışı veya onur kırıcı muamele
veya ceza oluşturabileceğine dair kaygı duymaktadır. UAÖ Türkiye Adalet
Bakanlığına, Abdullah Öcalan'a diğer mahkumlarla sosyal ilişki sağlanması ve uzun
süreli tecrit hapisliğin olası kötü fiziksel ve psikolojik etkilerinin azaltılması
için mümkün olan tüm adımları atması için defalarca çağrıda bulunmuştur.
İstanbul'daki Kartal Özel Tip Cezaevi hakkında (aralarında Türkiye İnsan Hakları
Derneği (İHD) ve HRW'ın da bulunduğu) çeşitli insan hakları örgütlerinin
raporlarını değerlendirmiş olan Uluslararası Af Örgütü, burada uygulanmakta olan
küçük grup izolasyonu ve tecridin mahkumların ussal ve fiziksel sağlığının
bozulmasına neden olabileceği ve zalimane, insanlık dışı veya onur kırıcı
uygulama veya cezaya varabileceği kaygısını taşımaktadır. Cezaevinin fiziksel
yapısının Birleşmiş Milletler (BM) Mahpusların Islahı için Asgari Standart
Koşullar'ını (Asgari Standart Koşullar) ihlal eder gibi görünmektedir.
Uluslararası Af Örgütü'nün bilgilerine göre, mahkumlar cezaevine ilk
getirildiklerinde, en az bir hafta boyunca, açık havada egzersiz yapmalarına izin
verilmeksizin iki kişilik hücrelerde hücre hapsinde tutulmaktalar. Bu ilk dönemden
sonra, normal işleyiş olarak diğer mahkumların bulunduğu daha büyük hücrelere
transfer edilmekteler. Bu hücrelere bağlı küçük alanlar bulunmakta. Duvarları o
kadar yüksek ki , güneş ışığı görülmemekte. Bu ayrı alanlarda mahkumlar diğer
hücrelerde kalan mahkumlarla ilişkiye girememektedir. Hücrelerde pencere yok, yalnızca
elektrik lambasıyla aydınlatılıyor. Işık düğmelerinin hücreler dışında olduğu
ve böylece de mahkumların kontrollerinin dışında olduğu söyleniyor. Hücrelerde
doğal ışığın ve daha geniş bir alanda egzersiz olanağının bulunmaması
uluslararası standartların ihlalidir. BM Asgari Standart Kurallar, mahkumların her gün
açık havada egzersiz yapabilmeleri ve hücrelerinde doğal ışığın bulunması
gerektiğini belirtir.[5]
Uluslararası Af Örgütü'ne, farklı hücrelerde tutulan mahkumların ortak alanları
kullanmalarına izin verilmediğine dair bilgi verildi. Bildiğimiz kadarıyla, Türk
hükümeti bugüne dek cezaevlerinde varolduğu söylenen kütüphane ve kantinin
mahkumlar tarafından kullanıldığına dair bir kanıt göstermedi. Edinilen bilgiye
göre, bu cezaevinde hücre hapsi veya küçük grup izolasyonu uygulamasına tabi tutulan
mahkumların hiçbir zaman hücreleri dışındaki diğer mahkumlarla bir araya gelmesi
olanağı bulunmamaktadır. Hücrelerinden sadece avukatları veya aynı soyadını
taşıyan bir akrabaları ziyarete geldiğinde çıkabiliyorlar. Bazı mahkumların,
başka yerlerde küçük grup izolasyonunun etkisi olarak kaydedilmiş olan, depresyon ve
anksiyete gibi fiziksel ve psikolojik semptomlardan muzdarip olduğuna dair bilgiler
bulunmaktadır.[6]
Mahkumların protestoları aşırı güç kullanımıyla sona erdirildi
Koğuşlardan daha küçük hücrelere geçiş sürecinin başlatılmasından beri
Türkiye cezaevlerinde büyük çaplı protestolar ve çatışmalar yaşandı. Eylül
1999'da, Ankara merkez Kapalı Cezaevinde mahkumların gardiyan ve askerlerle
çatışması sonucu 10 mahkum öldü, düzinelercesi de yaralandı. Ölüm sebepleri
tartışmalıydı ve avukat ve akrabalar otopsiye alınmadı. Türkiye meclis İnsan
Hakları Komisyonu'nun olayla ilgili raporu, güvenlik güçlerinin ölüm ve
yaralanmalara sebebiyet veren aşırı güç kullandığı sonucuna vardı. Komisyon
ayrıca ölen 10 kişinin otopsilerinin uluslararası standartlara uygun olmaması ve
kanıtların gereken azami çaba ile korunmadığını da eleştirmekteydi. Meclis İnsan
Hakları Komisyonu'nun görevlendirdiği adli bulgular, "özellikle ölen kişilerde
bulunan bulgular tıbbi anlamda, genel olarak uluslararası ve ulusal belgelerde işkence
ve öldürme maksatlı eylemler olarak tanımlanmış kanıtlar."7
olduğunu ifade etmiştir. Olayla ilgili 116 güvenlik görevlisi Mart 2001'den bu yana
yargılanmaktadır ve savcı beraatlerini talep etmektedir.
5 Temmuz 2000 günü Burdur cezaevinde bulunan siyasi mahkumlar
barikatlar kurarak kendilerini koğuşlara kapattı. Mahkumların ifadelerine göre,
güvenlik güçleri koğuşlara sis bombası, gözyaşı ve sinir gazları atmışlar ve
duvarları buldozerlerle yıkmaya başlamışlardı. Mahkumlar, güvenlik güçlerinin
demir çubuklar, coplar, kiremit ve taşlarla saldırdığını, baygın durumdaki
mahkumları koğuşlardan uzun saplı kancalarla dışarı sürüklediklerini
söylemektedir. [8] Temmuz'da mahkumlardan bazılarını görmelerine
izin verilen avukatlar, mahkumlarının vücutlarının görünür kısımlarında ağır
yaralanma izlerinin bulunduğunu ve konuşma ve nefes alma güçlüğü çektiklerini
ifade etmiştir. Nisan 2001'de, Burdur valisi savcının, haklarında resmi şikayette
bulunulan 405 güvenlik görevlisine karşı dava açılması talebini reddetmiştir.
Burdur cezaevi operasyonu sırasında bir sol örgüt üyesi olmaktan hüküm giymiş olan
25 yaşındaki Azime Arzu Torun adlı kadının gece 10:30'da diğer mahkumların
yanından alındığı, ikinci kata getirilerek merdivenlerden aşağıya atıldığı,
aşağılanarak tecavüzle tehdit edildiği, kol ve bacaklarından kaldırılmış bir
vaziyette cinsel organlarına copla vurulmak suretiyle dövüldüğü bildirilmiştir.
Kendi ifadesine göre bir başgardiyan bir floresant lambayı vajinasına sokmaya
çalışmış, daha sonra jandarma ve cezaevi gardiyanları üçgen biçimli bir copla
tecavüz etmiştir. İki gün sonra getirildiği Burdur Devlet Hastanesi'nde tecavüze
uğradığını söylemiş ancak bekaret testi yaptırmayı reddetmiştir. Adalet
Bakanlığı tarafından görevlendirilen bir kadın müfettiş ifadesini dinlemiş ancak
bildirildiğine göre duyarsız ve tacizkar sorular yöneltmiştir. Azime Arzu torun
işkence zanlıları hakkında resmi suç duyurusunda bulunmuştur.
Uluslararası Af Örgütü bu olaylarla ilgili vakitli, kapsamlı ve
bağımsız soruşturmalar yapılması ve sorumluların yargı önüne çıkarılması
için defalarca çağrıda bulunmuştur. Örgüt, bunu yapmamanın ve suçların cezasız
kalma ortamının 2000 yılı sonlarında cezaevlerinde mahkumlara yönelik şiddetin
artmasına yardımcı olduğuna inanmaktadır.
Aralık 2000 cezaevleri operasyonu sırasındaki ölümler ve erkeklere tecavüz
dahil işkence ve kötü muamele iddiaları
Ekim 2000'den beri binden fazla siyasi mahkum F tipi cezaevlerini protesto amaçlı
açlık grevine katıldı. İnsan hakları savunucuları, avukatlar, doktorlar,
siyasetçiler ve CPT çözüme katkı sağlamaya çalıştılar. 9 Aralık günü Adalet
Bakanı, Anti Terör Yasasının 16. Maddesi düzeltilmeden, cezaevleri denetleme
organları kurulmasına dair yasa kabul edilmeden ve F tipi cezaevleri yönetmeliği
yayınlanmadan mahkumların F tipi cezaevlerine transferlerinin yapılmayacağına dair
söz verdi. Ancak, 19 Aralık günü güvenlik güçleri, 20 cezaevine 30 mahkum ve iki
askerin ölümüyle sonuçlanan bir operasyon düzenledi. Yüzlerce mahkum Edirne,
Kandıra (Kocaeli) ve Sincan'da (Ankara) yeni açılmış olan F tipi cezaevlerine
nakledildi.
Yetkililer bazı mahkumların kendilerini yaktığını iddia etti
ancak diğer mahkumların nasıl öldüğünü açıklamadı. Ocak 2001 başında CPT'nin
mahkumlarla yaptıkları görüşmeler, "müdahaleler sırasında mahkumlardan
bazılarının üzücü ölümleri ve yaralanmalarının güvenlik güçleri
görevlilerinin eylemlerinden çok kendilerini kurban etmesi sonucu olduğunu
göstermektedir. Ancak, ziyaret sırasında toplanan bilgiler, güvenlik güçlerinin
uyguladığı yöntemler, karşılaşılan zorluklarla olayların tümünde doğru
orantılı olmadığını göstermektedir. Heyetin özellikle İstanbul Ceza ve
Tutukevindeki C1 kadınlar koğuşuna (Bayrampaşa) yapılan müdahalenin biçimine dair
ciddi kaygıları bulunmaktadır. Bu koğuşta bulunan 27 kadın mahkumdan altısı
ölmüş ve birçğu da yanık ve/veya diğer yaralanmalara maruz kalmıştır. Heyet,
gerek bu koğuşta tutulan kadınların birçoğuyla, gerekse bu koğuşa yapılan
müdahalenin bir bölümüne tanık olmuş diğer mahkumlarla görüşmüştür. Edinilen
bilgilere göre, C1 koğuşunda kalanlar şiddet kullanarak direnmemiş, sadece
kendilerini koğuşa kapatmışlardır. Ama buna rağmen kadınlara saatlerce gaz
bombaları ve diğer bombalar atıldığı ve ateş edildiği, ve saat yaklaşık 12
sıralarında, güvenlik güçlerinin müdahale yöntemlerinin sonucu koğuşun üst katı
ateş aldığı iddia edilmiştir. Bir başka iddia ise, üst kattaki mahkumların
yandığı askerlere derhal haber verilmesine rağmen, yangının söndürülmesi için
ellerinde olanak olmasına rağmen (yangın söndürme hortumu) vaktinde harekete
geçilmediğidir. İşkence ve insanlık dışı veya onur kırıcı muamele veya cezanın
önlenmesine dair Avrupa Sözleşmesi'nin 8.Madde 5. Paragrafı uyarınca, heyet güvenlik
güçlerinin İstanbul Ceza ve tutukevi C1 koğuşuna yapılan müdahale sırasında
kullandığı yöntemlere ve bu koğuş sakinlerinin ölüm ve yaralanmalarının kesin
nedenlerine ilişkin kapsamlı ve bağımsız bir incelemenin geciktirilmeksizin
yapılmasını talep etmektedir."8
Uluslararası Af Örgütü, derhal bağımsız otopsiler
yapılarak,sonuçlarının kamuya açıklanması için çağrıda bulunmuştur. Bu
ölümlerin nasıl ve kimler tarafından gerçekleştirildiğine dair spekülasyonların
sürmesi, toplumsal barışı geciktirmektedir. Sorumluluklar dikkatlice
değerlendirilerek, sorumlular adalet önüne çıkarılmalıdır. Ne Türk Tabipler
Birliği ne de ölenlerin yakınlarının avukatlarına kapsamlı otopsi raporlarına
erişme izni verilmemiştir.
6 Ocak tarihinde UAÖ ve HRW'nin basın açıklamasına cevaben Türk
hükümeti, Şubat 2001'de yaptığı açıklamada "operasyon sırasında yaralanan
hükümlülerin bulunduğunu ve sonra F tipi cezaevlerine nakledildiğini" kabul
etmiştir. Uluslararası Af Örgütü, F tipine nakiller öncesi, sırası ve sonrasında
mahkumların dövüldüğü ve bazılarına işkence yapıldığına dair birbirleriyle
uyumlu bilgiler almıştır. 10-15 Ocak tarihleri arasında Türkiye'ye yaptıkları
ziyaret sırasında CPT de, jandarmalar tarafından öncelikle cezaevi operasyonu
sırasında, sonra da yeni cezaevlerine girişlerdeki dayaklarla ilgili tutarlı ve çok
sayıda iddia edinmişlerdir. UAÖ defalarca cezaevi operasyonu sırası ve sonrasında
işkence ve kötü muamele yapıldığı iddialarının vakit geçirmeksizin kapsamlı ve
bağımsız bir biçimde soruşturulması için çağrıda bulunmuştur. Ocak ayı
başında Adalet Bakanlığı kötü muamele iddialarını araştırmaları için üç
müfettiş görevlendirmiştir. UAÖ, Ocak ayında yaptığı ziyaret sırasında,
Tabipler Birliği ve Barolar Birliği gibi bağımsız organların bu soruşturmaları
yapmaktan mahrum bırakıldığını öğrenmiş ve kaygılanmıştır. Ziyaret
sırasında Tabipler Birliği'nin cezaevlerine ve mahkumların tıbbi durumları ile
ilgili güvenilir bilgiye erişimi reddedilmişti.
Aralarında bazılarının jandarma üniforması giymiş olmasına
rağmen konuşma ve tavırları jandarmanın genel tavrından farklı olan bazılarının
da aralarında bulunduğu güvenlik personeline ilişkin güvenilir tecavüz iddiaları
bulunmaktadır. Kandıra cezaevine varışlarında bazı mahkumlara coplarla tecavüz
edildiğine dair iddiaların dile getirildiği ortak basın açıklamasına cevaben, bunun
doğru olamayacağını çünkü cezaevi gardiyanlarının saldırı silahı
taşımadığını ve silahlı ve dış güvenlikten sorumlu olan jandarmanın da
cezaevlerine sadece isyanlara müdahale için girişine izin verildiğini ifade etmiştir.
Ancak tüm raporlar göstermektedir ki, Aralık operasyonunda görev alan güvenlik
personelinin çoğu aslında jandarmaydı. Uluslararası Af Örgütü tecavüz
iddialarının, transferler sırasında hangi güvenlik personelinin görev başında
olduğunun, görevlerinin ne olduğunun ve mahkumların cezaevlerine varışlarında
sorgularının hangi personel tarafından yapıldığının açığa kavuşması için
dikkatli bir soruşturmayı hak ettiğine inanmaktadır.
Mahkumların jandarmalar tarafından işkence, kötü muamele ve hukuk dışı
öldürmelere maruz kaldığına dair daha önceki birçok iddia nedeniyle Uluslararası
Af Örgütü Türk hükümetine defalarca jandarmanın cezaevi sakinleriyle ilişkiye
girmemesini sağlaması için çağrıda bulunmuştur. CPT ilk incelemelerinde,
"jandarmanın cezaevleri ve cezaevleriyle ilişkin halen sürdürmekte olduğu rolün
uzun vadede aşamalı olarak sona erdirilmesi arzu edilmektedir. [...] Ayrıca, kısa
vadede, jandarmanın halen kullanılmakta olan F tipi cezaevlerinde veya
küçük yaşama birimlerinin faaliyete geçtiği diğer kurumlarda, arama yapması için
görevlendirilmesinin de sona ermesi gerektiğini"9 ifade etmiştir.
Türk hükümeti işkence iddialarıyla ilgili "daha önce hiçbir avukat resmi
şikayette bulunmadığı"nı ifade etmiştir. Ancak, 26 ve 28 Aralık 2000 tarihli
bu tip resmi şikayet başvuruları, İHD İstanbul Şubesi tarafından hazırlanan
"19 Aralık Katliam Raporu" adlı belgede yer almaktadır. Resmi şikayetlerinde
avukatlar, tecavüz ve diğer işkence biçimleriyle ilgili iddiaların doğruluğunun
tespiti için adli tıp incelesi talep etmişlerdir. Uluslararası Af Örgütü'nün
edindiği bilgilere göre bu tip tıbbi incelemeler vaktinde yapılmamış,
gerçekleştiği iddia edilen olayın üzerinden yaklaşık üç hafta geçtikten sonra
yapılmıştır. UAÖ yetkililere psikolojik raporları da içeren gerekli tüm bilgiyi
toplayarak işkence iddialarının soruşturulması için çağrıda bulunmaktadır.
Sorumlu olduğundan haklı nedenlerle şüphelenilenler yargı önüne çıkarılmalı,
soruşturma sırasında görevden el çektirilmeli ve suçlu bulunması durumunda işten
atılmalıdır.
Nuri Akalın 'ın Kandıra F-tipi cezaevinde copla tecavüze uğradığı
bildirildi
1977 doğumlu Nuri Akalın aşırı milliyetçi Milli Hareket Partisi'nin (MHP) yerel
başkanına yönelik saldırıya karıştığı iddiasıyla Ümraniye Cezaevinde tutuklu
bulunuyordu. Raporlara göre, cezaevi operasyonunun ardından 23 Aralık 2000 günü bir
cezaevi aracının arkasında Kandıra F tipi ceaevine nakledildi. Nakil sırasında
sürekli dövüldü, aşağılandı ve sorgulandı. Kandıra'ya varıldığında tekrar
dövülerek ayrı bir odaya alındı. Burada çırılçıplak soyularak, falaka,
testisleri sıkma biçiminde cinsel saldırı, dayak ve copla tecavüze maruz kalarak
yaklaşık 45 dakika sorgulandı. Suçlu olduğu iddia edilen kişiler jandarma
üniformalıydı ama ameliyat maskesi ve lastik eldivenler giyiyorlardı. Kimlikleri
Uluslararası Af Örgütü'nce bilinmemektedir.
Sorgudan sonra iç çamaşırlarıyla doktorun ofisine götürüldü ve burada tekrar
soyuldu. Doktor (veya doktor olduğunu varsaydığı bir kişi) kısaca başını
inceledikten sonra bir rapor hazırlattı. Nuri Akalın'ın bir şey söyleme olanağı
yoktu. Daha sonra içinde iki kişinin bulunduğu bir hücreye götürüldü. Hücre
arkadaşlarından birinin kaburgaları çatlaktı ve ertesi gece bir doktor tedavisi için
hücreye geldi. Nuri Akalın doktora tecavüze uğradığını söyleyerek bir rapor
yazmasını istedi. Bildirildiğine göre doktor baştan savma bir cevap verdi.
İki üç gün sonra Nuri Akalın hem cezaevi idaresine hem de savcıya resmi şikayette
bulundu ve muayene için Adli Tıp Kurumu'na naklini istedi. 28 Aralık günü avukatı da
resmi şikayet hazırlayarak kendi eliyle aynı zamanda Kandıra Cezaevi Savcısı da
olduğu ve transfer sırasında görevde olduğu anlaşılan Kandıra Savcısına
götürdü. Yani, Savcı olanlardan sorumluydu çünkü -teorik olarak- tüm güvenlik
görevlileri onun emri altında hareket etmeliydi. Avukata, "Anüs dahil aramalar
gereklidir. Tek kişilik hücreler rehabilitasyon için önemlidir. Cezaevlerini kendi
tapulu malları haline getirdiler. Beş altı kişinin raporuyla cezaevi personelini
harekete geçirmeye gerek yok." dediği bildirildi. Avukatın ısrarı üzerine
nihayet, "Nakil emrini vereceğim ama askerlerin onu götürüp götürmeyeceğini
bilmiyorum"dedi.
Uluslararası Af Örgütü'nün bilgisine göre, iddia edilen tecavüz olayından
yaklaşık üç hafta sonra Nuri Akalın bir savcı ve bir adli tıp doktoru tarafından
ziyaret edilerek muayene edildi. Tecavüz için tıbbi kanıtların iddia edilen
saldırının ardından mümkün olduğunca çabuk elde edilmesi gerekir ve bu tip bir
gecikme tıbbi kanıtların işe yararlığını ciddi biçimde engelleyebilir.
F tipi cezaevlerinde küçük grup izolasyonu ve tecrit
Uluslararası Af Örgütü'nün topladığı bilgilere göre, F tipi cezaevlerindeki
mahkumlar en fazla diğer iki mahkumla ilişki içinde olabiliyor - günün 24 saati
birlikte kapalı kaldıkları hücre arkadaşlarıyla - ve görünüşe göre diğer
mahkumlarla bir araya gelme olanakları yok. Uluslararası Af Örgütü, hücrelerin
önündeki alana açılan kapıların -gerek tek kişilik üç hücre gerekse üç
kişilik tek hücre - yalnızca gardiyanlar tarafından açıldığı ve transferlerden
hemen sonraki haftalarda kapatıldığına dair çok sayıda bilgi aldı. Ayrıca,
Bakanlığın ifadesiyle, tek kişilik hücrelere yerleştirilmeyi tercih etmeyen ve
ziyaretçileri izolasyonu sona erdirmeleri için ellerinden geleni yapmaları için
teşvik eden mahkumlar hakkında da çok sayıda rapor aldı. Ayrıca, uluslararası Af
Örgütü'nün topladığı bilgiler spor tesislerinin mahkumların kullanımına
tanınmadığını göstermekte. CPT Ocak 2001'de, F tipi cezaevlerinde kullanıma hazır
bulunan jimnastik salonlarının açılmasının, "yetkililerin F tipi cezaevlerinde
bir dizi etkinlik programı uygulamaya koyacağına dair niyetlerinin görünür bir
kanıtı olacağını" ifade etti.10
Yetkililerin Aralık operasyonuyla sona erdirmek istedikleri açlık grevi F tipi ve
diğer cezaevlerinde devam etti. 21 mart 2001'de Sincan F tipi cezaevinde açlık
grevindeki Cengiz Soydaş öldü. 18 Nisan tarihine kadar, 12 mahkum ve destek ölüm
orucundaki 2 mahkum yakını öldü. Yaklaşık 6 aydır yetersiz beslenme nedeniyle daha
birçoğu ölüm sınırına yaklaşıyor. Adalet Bakanlığı izolasyon uygulamasını
kaldırma niyetinden söz etmişti. Cezaevlerini uluslararası standartlara uygun hale
getirmek için bu uygulama derhal kaldırılmalıdır. Durumun aciliyetini destekleyecek
bir diğer argüman da bu adımın ölüm orucundakileri protestolarını sona erdirmeye
teşvik edebilir ve yaşamları kurtarabilir.
Bağımsız gözlemcilerin cezaevlerine girmesi
Türk hükümeti Türk Tabipler Birliği temsilcileri ve avukatların cezaevlerine
girebildiklerini belirtmiştir. Uluslararası Af Örgütü'nün bilgilerine göre, Meclis
İnsan Hakları Komisyonu temsilcilerinin ilk ziyaretleri operasyondan iki hafta sonra,
CPT'nin ziyareti ise operasyondan üç hafta sonra gerçekleşmiştir. Tabipler Birliği
temsilcilerine, operasyondan dört hafta sonra ancak izin verilmiştir. UAÖ, bu
ziyaretlerin, operasyon sırasındaki işkence ve kötü muamele iddialarının tam olarak
incelenmesi ve tam olarak değerlendirilmesi için çok gecikmiş olmasından kaygı
duymaktadır. Ayrıca, Tabipler Birliği'nin giriş izni, Birliğin şubelerinin Ocak
ayında gerçekleştirdiği cezaevi ziyaretlerinin bulgularını yayınlamasından sonra
tekrar kaldırılmıştır.
Yeni cezaevi izleme heyeti fikriyle ilgili olarak CPT, müdahalelerden
sonra inceleme ve daha sonra raporlamayla görevlendirilen "yerinde" bağımsız
gözlemcilerin varlığının, "her türlü kötü muamele iddiasının
soruşturulması ve suçun doğru tanımlanmasını büyük oranda kolaylaştırmasının
yanı sıra, mahkumlara kötü muamele yapma niyetini taşıyanlar üzerinde caydırıcı
etki yaratacağını" ifade etmiştir. "Bu tip müdahalelerde kamu
savcılarının 'uzaktan' inceleme yaptığı varolan sistem yeterli değildir."11 Ek olarak, Uluslararası Af Örgütü, planlanan cezaevi izleme
heyetinde Barolar Birliği, Tabipler Birliği İHD, Türkiye İnsan Hakları Vakfı
(TİHV) ve Mazlum Der gibi bağımsız örgüt temsilcilerinin de yer almasını tavsiye
etmektedir.
Avukatların müvekkillerine erişimi
Avukatlar cezaevlerine girişlerinin çok kısıtlı olduğunu belirtmiştir. F tipi
cezaevlerindeki sonu gelmeyen prosedürler ve aramalardan şikayet etmektedirler. Bu da
bir gün içinde az sayıda müvekkille görüşebilmelerine neden olmaktadır. Ayrıca,
aynı davanın sanıklarıyla birlikte görüşemediklerini, bunun da savunma hazırlama
hakkı üzerinde olumsuz etki yaptığını bildirmişlerdir.12
Uluslararası Af Örgütü izolasyon uygulamasının, uluslararası adil yargı
standartlarının da ihlal edilmesine yardımcı olabileceğinden kaygı duymaktadır.
İnsan hakları savunucuları üzerindeki baskı
Ölüm ve yaralanmalarla ilgili bağımsız organların inceleme yapmasına izin
verilmemesinin yanı sıra, F tipi cezaevlerine karşı gösteri yapan yüzlerce kişi
tutuklandı, bir çoğunda güvenlik güçlerinin aşırı güç kullandığı bildirildi.
Sonuç olarak, sivil toplum üzerindeki baskı ağır biçimde arttı. F tipi cezaevlerini
eleştiren insan hakları örgütleri, siyasi partiler veya aralarında Tüm-Yargı-Sen'in
de bulunduğu işçi sendikaları temsilcileri yasadışı örgütleri desteklemekle
suçlandılar. IHD'nin Gaziantep, Malatya ve Van şubeleri süresiz, Konya ve İzmir
şubeleri de geçici olarak kapatıldı Diğer şubelerin ofisleri basılarak üyeler
geçici olarak gözaltına alındı. İHD temsilcilerinin F tipi cezaevlerini
protestolarıyla ilişkili suçlandığı çok sayıda dava açıldı.
CPT tavsiyeleri ve uluslararası standartlar
Uluslararası Af Örgütü, Türk hükümetinin halen F tipi cezaevlerindeki uygulamanın
uluslararası standartlara uygun olduğu açıklamasına kesinlikle katılmamaktadır.
İlk incelemeler ve Türk yetkililerin yayınlama yetkisi verdiği CPT ziyaretlerinin
raporlarının tümü hücre dışı aktivitelerin önemini güçlü bir biçimde
vurgulamaktadır. CPT'nin Ekim 1997 ziyaret raporu, para.80'de şunlar belirtilmektedir,
"...Türkiye'de mahkumlar için daha küçük hücre sistemine doğru gidişin,
mahkumların günün makul bir kısmında yaşadıkları birimin dışında anlamlı
aktivitelerle birlikte düşünülmesi zorunludur. Gerçekte, halen mahkumlara yönelik
hiçbir organize etkinlik programının olmamasının etkileri daha küçük yaşama
birimlerinde çok daha keskin hissedilecektir. Mahkumlar için aktivitelerde gözle
görülür bir gelişmenin olmaması durumunda, daha küçük yaşama birimlerinin
yürürlüğe konmasının çözeceğinden daha fazla sorun yaratacağı neredeyse
kesindir." Aralık 2000/Ocak 2001 ziyaretlerinin ilk gözlemlerinin 6. paragrafında
CPT açık konuşmuş ve özellikle F tipi cezaevlerindeki varolan durumla ilgili
şunları söylemiştir: "... halen yürürlükte olan de facto izolasyon sistemi
kabul edilemez ve derhal sona erdirilmelidir. CPT'nin Temmuz 2000 ziyaret raporunda da
altını çizdiği gibi, daha küçük yaşama alanlarının uygulamaya sokulmasının
hiçbir koşul altında genellenmiş bir küçük grup izolasyonu sistemine dönüşmesine
izin verilmemelidir."
Uzun süreli tecrit ve küçük grup izolasyonu mahkumların fiziksel ve ussal sağlığı
üzerinde ciddi etkiler yaratabilir. İnsan Hakları Komitesi, örneğin Genel Yorum
No.20, paragraf 6'da "gözetim altında veya hapisteki kişinin uzun süreli tecrit
hapsinin", Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin (UMSHS) "7.
Maddesinde yasaklanmış eylemlere varabilir." olduğunu açıkça belirtmiştir. Bu
eylemler zalimane, insanlık dışı veya onur kırıcı muamele ve hatta işkencedir.
Türkiye UMSHS'yi imzalamış ancak henüz onaylamamıştır; ama, 3. Maddesinde işkence
veya insanlık dışı veya onur kırıcı muamele veya cezayı yasaklayan Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi'ne taraftır. 1997 yılında BM İşkenceye karşı Komite,
"istisnai koşullar haricinde, inter alia, kişi veya mal güvenliği söz konusu
olduğunda, [...] özellikle duruşma öncesi gözaltı başta olmak üzere, tecrit
hapislik yasaklanmalı, veya en azından yasalarca sıkı bir biçimde ve ayrıntılı
olarak düzenlenmeli (maksimum süre, vs) ve adli denetleme uygulanmalıdır."13
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi küçük grup izolasyonunun fiziksel
ve ussal hasar yaratacağı kararını vermiştir, ve BM Mahpusların Islahı için Asgari
Standart Koşulları dış dünyayla irtibatın önemini ve yapıcı çalışma, eğitim
ve eğlencenin rehabilitasyona yönelik faydalarını önemle vurgulamaktadır.
Tavsiyeler
Uluslararası Af Örgütü, Türk yetkililere, Türkiye cezaevlerinin uluslararası
standartlara uygun hale gelmesi için aşağıda belirtilen önlemleri alması için
çağrıda bulunmaktadır:
o F tipi ve diğer cezaevlerinde uygulanan küçük grup izolasyonu ve
tecrit derhal sona erdirilmelidir. Amaçlı aktiviteler için ortak kullanım alanları,
her gün bir süre için mahkumların kullanımına açılmalıdır. Anti Terör
Yasası'nın 16. Maddesi iyileştirilmeli ve uzun süreli izolasyonu önleyecek cezaevi
yönetmelikleri yayınlanmalıdır.
o Mahkumlara asla işkence ve kötü muamele yapılmamalıdır. Gereken
tıbbi bakımı almalıdırlar. Jandarmalar mahkumlarla irtibat içinde olmamalıdır.
o Aralık operasyonu sırasında gerçekleşen ölümler ve işkence ve
kötü muamele iddialarıyla ilgili bağımsız ve kapsamlı soruşturma derhal
başlatılmalı ve sonuçları kamuya açıklanmalı; sorumlular adalet önüne
çıkarılmalıdır.
o Cezaevleri, Türk yasaları ve mahkumlara insanca davranılmasına
dair uluslararası standartlara uygun olarak yönetilmelerini sağlamak için, aralarında
doktorlar ve avukatların bulunduğu insan hakları savunucularının incelemesine
açılmalıdır.
o İnsan hakları savunucuları üzerindeki baskı sona erdirilmeli ve
İHD'nin kapatılan şubeleri derhal açılmalıdır., Meşru görevlerini yaptıkları
veya görüşlerini barışçıl yollardan ifade ettikleri için insan hakları
savunucularına karşı isnat edilen suçlamalar düşürülmelidir.
SONNOTLAR
1. Avrupa Konseyi'nin tehlikeli mahkumların gözaltı ve ıslahı ile
ilgili 24 Eylül 1982 tarihli Tavsiye No. R (82) 17, tehlikeli mahkumlara mümkün olduğu
kadar olağan cezaevi kurallarının uygulanmasını ve güçlendirilmiş güvenlik
önlemlerinin, gerçekten gerektiği kadar ve insan onuru ve haklarına saygılı bir
biçimde uygulanmasını ve düzenli olarak gözden geçirilmesini tavsiye etmektedir.
2. Resmi rakamlara göre Mart 2001'de 9141 mahkum Anti Terör Yasası
uyarınca tutulmaktaydı. Bunlardan 4,168'i tutuklu, 4,973'ü ise hükümlü.
3. CPT Başkanı'nından H. Kemal Gür'e gönderilen 29 Ocak 2001 tarihli
mektup, 6. paragraf.
4. . CPT'nin 27 Şubat-3 Mart 1999 tarihleri arasında Türkiye'ye
yaptıkları ziyaretleri sırasında yaptıkları gözlemler, 22 mart 1999 tarihli
mektupta belirtilmiş ve 4 Mayıs 1999'da kamuya açıklanmıştır.
5. BM Asgari Standart Kurallar Madde 11 şöyle der: "Mahpusların
yaşamaları ve çalışmaları istenen yerlerde, a) Pencereler, mahpusun gün
ışığında okuyabilmesine veya çalışabilmesine imkan verecek yeterli büyüklükte,
ve havalandırma tertibatı yapılmış olsa da, temiz havanın girebileceği bir biçimde
yapılmış olur." Kural 21(1): Dışarıda çalıştırılmayan her mahpusun, hava
koşulları müsaade ettiği zaman günde en az bir saat açık havada uygun bir biçimde
beden eğitimi yapmasına imkan verilir. Avrupa Cezaevi kuralları'nın 16. ve 86.
Kuralları da sırasıyla aynı gerekleri belirtir.
6. CPT, Temmuz 2000'de Kartal Özel Tip Cezaevini ziyaret etmiş ve
şöyle demiştir: "Ortak etkinlikler için bazı olanaklar bulunmakta; ancak, heyet
bunların gerçekte kullanılmadığını gözlemlemiştir." Hükümetin buna
yanıtı ise şöyle olmuştur: "tutuklular, istemedikleri takdirde zorla
aktivitelere katılmaya zorlanamazlar." CPT/Inf (2000) 19, pp.6 ve 9.
7. TBMM Insan Haklarını İnceleme Komisyonu: 26 Eylül 1999 Ulucanlar
Cezaevi Raporu, Ankara, Temmuz 2000, p. 128.
8. CPT 2001, para 2.
9. CPT 2001, paras 4 and 9.
10. CPT 2001, para 6.
11. CPT 2001, para 8.
12. Gazetelerde yer alan haberlere göre İstanbul DGM'nde yasadışı
örgüt üyeliği suçlamasıyla yargılanmakta olan Cihan Kara ve Ömer Berber'in
mahkemeye ilk kez, Kandıra F tipi Cezaevine transfer edildikten sonra çıktığı
anlaşılıyor. Avukatları, bir savunma hazırlayamadıklarını çünkü defalarca
cezaevine gitmesine karşın müvekkilleriyle görüşemediğini ifade ediyor. Cihan Kara
üç kişilik bir hücrede, Ömer Berber ise tek kişilik bir hücrede tutuluyor. Ölüm
orucundan vazgeçmeleri istendiğini, aksi takdirde kendilerine kağıt kalem
verilmeyeceği söylendiğini iddia ediyorlar.
13. İşkenceye Karşı Komite'nin İnceleme Sonuçları: Danimarka.
01/05/97 (A/52/44 para. 186).